Kardelen
Turkish, Islam, 1 season, 155 episodes, 2 days, 8 hours, 30 minutes
Kardelen
Turkish, Islam, 1 season, 155 episodes, 2 days, 8 hours, 30 minutes
Ashâb-ı Kiram’ın kendilerine kötü davrananlara karşı tavırları nasıl olmuştur? [Siyer - 68 | Soru-Cevap (18)]
https://www.youtube.com/watch?v=HM5fN5V6jW8
Soru 1: Ashab-ı Kiram efendilerimiz (radıyallahu anhüm ecmain)'in Mekke'nin fethinden sonra müşrikleri affettiklerini görüyoruz, Sahabe hiç kin tutmuş muydu, yoksa Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) affettiği için mi af yolunu seçmişlerdi?
Soru 2: Ashab-ı Kiram efendilerimiz (radıyallahu anhüm ecmain) yakınlarından kaynaklanan olumsuzluklar söz konusu olduğunda, onlarla temas adına nasıl bir tavır sergilemişlerdi?
9/29/2022 • 20 minutes, 59 seconds
Cüz'î irade şart-ı âdidir. Dua hayır eğilimine kuvvet verir tevbe şer eğilimini keser [Risale-i Nur - 81 | 26. Söz - 11]
https://www.youtube.com/watch?v=zuOkFO3BkOc
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Ehl-i ilme mahsus, ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile.
…
Yedincisi: İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir."
Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.
Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
9/22/2022 • 20 minutes, 19 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç üç günden fazla tavır almış mıdır? [Siyer - 67 | Soru-Cevap (17)]
https://www.youtube.com/watch?v=8KTdsIFFfyY
Soru: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), üç günden fazla küs kalmanın uygun olmadığını ifade ettikleri halde, zevcelerinden Hz. Zeyneb b. Cahş (radıyallahu anhâ) ile uzunca bir süre konuşmamalarının hikmeti nedir?
- Efendimiz (aleyhissalatu vesselam)'ın iradi olarak tavır aldıkları üç hadise/durum söz konusudur.
9/15/2022 • 15 minutes, 4 seconds
İnsanın eğilimleri ve onlar üzerindeki tasarrufları da iradenin varlığını gösterir [Risale-i Nur - 80 | 26. Söz - 10]
https://www.youtube.com/watch?v=h4rwwyqiI0c
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile.
… ALTINCISI [Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir]: Cüz-ü ihtiyarînin üssü'l-esası olan meyelân, Maturidîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş'arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref' etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "Şu şerdir, yapma."
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef'âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki, "Bir şey vâcip olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.
9/8/2022 • 17 minutes, 47 seconds
Hz. Ömer kızını gömmüş müdür? Kız çocuklarının gömülmesi nasıl başlamıştır? [Siyer - 66 | Soru-Cevap (16)]
https://www.youtube.com/watch?v=mxEpKzRP8lA
9/1/2022 • 11 minutes, 23 seconds
Kader ile cüz'î iradenin münasebetine dair aşırılıklar içeren uç yorumlar ve orta yol [Risale-i Nur - 79 | 26. Söz - 9]
https://www.youtube.com/watch?v=YllNHOY-kWE
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir? Elcevap: Yedi vech ile.
… BEŞİNCİSİ: Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, "Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek." Öyle ise, denilmesin ki, "Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti."
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevap: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Ya, Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.
Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." Cebrî der: "Atmasaydı yine ölecekti." Mutezile der: "Atmasaydı ölmeyecekti."
8/25/2022 • 18 minutes, 21 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaşlarda hiç kimseyi öldürmüş müdür? [Siyer - 65 | Soru-Cevap (15)]
https://www.youtube.com/watch?v=JqpQy1lwBxE
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaşlarda hiç kimseyi öldürmüş müdür?
Asr-ı Saadet’teki savaşların toplam süresi ne kadardır?
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Übeyy ibni Halef ile karşılaşması
8/18/2022 • 13 minutes, 5 seconds
Sıkıntılardan kurtulma ve ruh darlığından çıkış adına Kur'ânî bir formül: Tevbe, iman, salih amel [Sohbetler - 03]
https://www.youtube.com/watch?v=ylbgcJAkKUc
8/11/2022 • 32 minutes, 5 seconds
Günümüzde kadınlara uygulanan zulüm Cahiliye Devri'nde dahi söz konusu değildi [Siyer - 64 | Soru-Cevap (14)]
https://www.youtube.com/watch?v=ad33uYgSvZ4
Soru: İslam'ın ilk geldiği dönemlerde Müslüman olanlara uygulanan baskılar esnasında işkence gören ve sıkıntıya maruz bırakılan kadın sahabiler kaç kişidir, isimleri nedir ve ne tür sıkıntılara maruz bırakılmışlardır?
8/4/2022 • 11 minutes, 29 seconds
Kader ile irade birbirini teyid eder - İlim, malûma tâbidir; malûm, ilme tâbi değil [Risale-i Nur - 78 | 26. Söz - 8]
https://www.youtube.com/watch?v=AtZYvYH3bJA
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İKİNCİ MEBHAS
Ehl-i ilme mahsus, [Haşiye-1] ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir? Elcevap: Yedi vech ile.
BİRİNCİSİ: Elbette kâinatın intizam ve mizan lisanıyla hikmet ve adaletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-ü ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.
İKİNCİSİ: Bizzarure, herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Her şey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
ÜÇÜNCÜSÜ: Cüz-ü ihtiyarî, kadere münâfi değil. Belki kader, ihtiyarı teyid eder. Çünkü, kader, ilm-i İlâhînin bir nev'idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise ihtiyarı teyid ediyor, iptal etmiyor.
DÖRDÜNCÜSÜ: Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder.
Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona "ezel" deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir.
Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu âyine, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez.
İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.
[Haşiye - 1]: Bu İkinci Mebhas, en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir. Bütün ulema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir. Risale-i Nur tam halletmiş.
7/28/2022 • 21 minutes, 35 seconds
Kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahsedebilmenin ölçüsü – Cenâb-ı Hakk’ın Âdil-i Hakîm oluşu [Risale-i Nur - 77 | 26. Söz - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=XAJthQy_JB8
YİRMİ ALTINCI SÖZ
(Kader Risalesi)
… Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemâl-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakk’a verir, Onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var kaderden, cüz-ü ihtiyarîden bahsetsin. Çünkü madem nefsini ve herşeyi Cenâb-ı Hakk’tan bilir; o vakit cüz-ü ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhte eder; seyyiâta merciiyeti kabul edip Rabbi’ni takdis eder, daire-i ubûdiyette kalıp teklif-i İlâhiyeyi zimmetine alır. Hem kendinden sudur eden kemâlât ve hasenatla gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.
Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit kaderden ve cüz-ü ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmâresi, gaflet veya dalâlet saikasıyla kâinatı esbaba verip Allah’ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir, mes'uliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenâb-ı Hakk’a verilecek olan cüz-ü ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi mânâsızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıt ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.
İKİNCİ MEBHAS Ehl-i ilme mahsus, [Haşiye-1]* ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile. Birincisi: Elbette kâinatın intizam ve mizan lisanıyla hikmet ve adaletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-ü ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.
*Haşiye-1: Bu İkinci Mebhas, en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir. Bütün ulema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir. Risale-i Nur tam halletmiş.
…
7/21/2022 • 19 minutes, 18 seconds
Asr-ı Saadet’te tesettür ve başörtüsündeki ölçüler… Tesettürün dinimizdeki yeri… [Siyer - 63 | Soru-Cevap (13)]
https://www.youtube.com/watch?v=TN3M84vst7U
7/14/2022 • 14 minutes, 44 seconds
Asr-ı Saadet’te münafıklara yaklaşım ve Efendimiz’in onlarla muamelesi nasıldı? [Siyer - 62 | Soru-Cevap (12)]
https://www.youtube.com/watch?v=zfSlq9sgslQ
7/7/2022 • 15 minutes, 25 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazan ayını nasıl değerlendirirdi? [Siyer - 61 | Soru-Cevap (11)]
https://www.youtube.com/watch?v=cax5GkBF1yg
6/30/2022 • 13 minutes, 24 seconds
Küfür, isyan ve günah müthiş tahribata yol açabilir; insan Allah'ın inâyetine muhtaçtır [Risale-i Nur - 76 | 26. Söz - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=FPIzX0Y3-x0
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Eğer denilse: "Madem cüz-ü ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kisbden başka, insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'da, Hâlık-ı Semâvât ve Arz'a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş; Hâlık-ı Arz ve Semâvât, ondan azîm şikâyetler ediyor, o âsi insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melâikesini tahşid ediyor, ona azîm bir ehemmiyet veriyor?
Elcevap: Çünkü küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki, azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüp edebilir. Nasıl ki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri iptal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüp ediyor. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev'inden olduğu için, cüz-ü ihtiyarî, bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müthiş netâice sebebiyet verebilir.
Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyât-ı esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esmâ-i İlâhiye namına, Cenâb-ı Hak kâfirden şedit şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek ayn-ı hikmettir ve ebedî azap vermek ayn-ı adalettir.
Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor; az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için, ehl-i iman, onlara karşı Cenâb-ı Hakk'ın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmaya mecbur olması gibi, mü'minlerin de böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakkın çok inâyâtına muhtaçtırlar.
6/23/2022 • 22 minutes, 52 seconds
Hz. Halid b. Velid’in (r.a.) yaşantısı… Mü'mine 11 kız kardeş hakkında bilgiler [Siyer - 60 | Soru-Cevap (10)]
https://www.youtube.com/watch?v=RUj3jiFQHPw
6/16/2022 • 16 minutes, 30 seconds
Kader adalet eder, beşer zulmeder. Kadere rıza göstermek, zulme boyun eğmemek gerektir [Risale-i Nur - 75 | 26. Söz - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=QS8hoJH8AWM
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de, illet ve sebep itibarıyla dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünkü, kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte, şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlâhînin adaleti ve insan kisbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve icad-ı İlâhî, mebde' ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibarıyla şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir. …
6/9/2022 • 27 minutes, 34 seconds
Şerlerin yaratılması değil işlenmesi şerdir; şerlerin yaratılışında da hayırlar vardır [Risale-i Nur - 74 | 26. Söz - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=fCvmy4DNuLs
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.
İşte, şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, "Yağmur rahmet değil." Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.
6/2/2022 • 22 minutes, 38 seconds
Sahabe Efendilerimiz (radıyallahu anhüm) kırgınlıkları nasıl çözerlerdi? [Siyer - 59 | Soru-Cevap (9)]
https://www.youtube.com/watch?v=WheXe5bZ7jU
5/26/2022 • 24 minutes, 53 seconds
İnsan kötülüklerinden tamamen sorumludur, fakat iyilikleri ile övünmeye hakkı yoktur [Risale-i Nur - 73 | 26. Söz - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=ytqLpo9cle8
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.
…
5/19/2022 • 21 minutes, 49 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kararlarında istişarenin yeri nedir? [Siyer - 58 | Soru-Cevap (8)]
https://www.youtube.com/watch?v=3AR-YiDKus0
5/12/2022 • 23 minutes, 5 seconds
Kader, kişiyi gururdan korur; insanın iradesi ise onu sorumsuzluktan kurtarmak içindir [Risale-i Nur - 72 | 26. Söz - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=LGnOO0fYixk
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Kader ile cüz-ü ihtiyarî, iki mesele-i mühimmedir. Ona dair Dört Mebhas içinde birkaç sırlarını açmaya çalışacağız.
Birinci Mebhas
Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona "Mes'ul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfus-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak; ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-ü ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-ü ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.
Evet, mânen terakkî etmeyen avam içinde, kaderin câ-yı istimâli var. Fakat, o da mâziyat ve mesâibdedir ki, ye'sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi, teklif ve mes'uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz-ü ihtiyarî, seyyiâta merci olmak içindir ki, akideye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.
5/5/2022 • 24 minutes, 4 seconds
Kader-cüz'i irade münasebetindeki ölçü - Cebriye ve Mutezile ekollerindeki uç noktalar [Risale-i Nur - 71 | 26. Söz - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=JYdW6SGcNUc
Kader mevzuunda zihinleri en fazla meşgul eden husus, kaderle insan iradesinin tevfiki meselesidir. Bir yanda, kaderi tenkide varan, zorlayıcı, bağlayıcı ve insanı bir kurban ve mahkûm durumuna düşürücü kader anlayışı, öte yanda, kaderi de, yaratmayı da tamamen insana veren kıt anlayış.. bu her iki anlayış da, bulundukları uç noktalarda kaderin ve iradenin hakkını vermekten çok uzaktırlar (Cebriye ve Mutezile). Hâlbuki kader adına gerçek, bu ikisinin tam ortasındadır.
4/28/2022 • 24 minutes, 53 seconds
Asr-ı Saadet'te mut'a (geçici "nikah") uygulamasına izin verilmiş midir? [Siyer - 57 | Soru-Cevap (7)]
https://www.youtube.com/watch?v=sTHgZ_-UW7c
4/21/2022 • 11 minutes, 53 seconds
'Ne kadar güzel yapılmış' de. 'Ne kadar güzeldir' deme [Risale-i Nur - 70 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=rJf6KW3RkRI
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler: https://www.youtube.com/playlist?list...
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı: https://www.youtube.com/playlist?list...
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı: https://www.youtube.com/playlist?list...
Süleyman Eriş (sohbetler): https://www.youtube.com/playlist?list...
4/14/2022 • 20 minutes, 26 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir günü nasıl taksim ederlerdi? [Siyer - 56 | Soru-Cevap (6)]
https://www.youtube.com/watch?v=b_56Vpjbd50
4/7/2022 • 24 minutes, 42 seconds
Mahlukâtı sevmede ölçü…Üstad’ın hayvanlara olan bakışı [Risale-i Nur - 69 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=SLa3EAD7IlY
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
3/31/2022 • 23 minutes, 27 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazını kaç kişi kılmıştır? [Siyer - 55 | Soru-Cevap (5)]
https://www.youtube.com/watch?v=KC3A89n1cMg
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazının 17 kişi tarafından kılındığı iddiası
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazının kılınması ne kadar sürmüştür?
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazını kaç kişi kılmıştır?
3/24/2022 • 13 minutes, 29 seconds
Enbiyâyı ve evliyâyı Allah için sevmek… Sevgide denge… [Risale-i Nur - 68 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=HhHM1f9upqo
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
3/17/2022 • 25 minutes, 19 seconds
Mekke’deki boykot yılları esnasında Ashâb’ın tavrı ve günümüzdeki mağduriyetler [Siyer - 54 | Soru-Cevap (4)]
https://www.youtube.com/watch?v=NjZvjhJpCxg
3/10/2022 • 20 minutes, 49 seconds
Dost ve arkadaşları Allah için sevmek… Dava kardeşliği [Risale-i Nur - 67 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=0g6BX4D42tM
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
3/3/2022 • 20 minutes, 35 seconds
Efendimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) daima af ve müsamahayı esas almışlardır [Siyer - 53 | Soru-Cevap (3)]
https://www.youtube.com/watch?v=rSsAwo2qVYw
1/27/2022 • 21 minutes, 8 seconds
Hicret emri sonrasında Mekke'de kalan Müslümanlar hakkında bilgi verir misiniz? [Siyer - 52 | Soru-Cevap (2)]
https://www.youtube.com/watch?v=dWGwmMiCU8c
Soru: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ashâbı ile hicret ettikleri halde Mekke'de kalan Müslümanlar var mıydı? Bunlar kimlerdi, ne için ve ne zamana kadar Mekke'de kalmışlardı?
1/20/2022 • 24 minutes, 35 seconds
Dünya sevgisinde ölçü - Dünyanın aşka ve tahkire layık yüzleri [Risale-i Nur - 67 | 32. Söz, 2. Mevkıf, 3. Maksat, 5. Remiz]
https://www.youtube.com/watch?v=cydTX6oxcSM
OTUZ İKİNCİ SÖZ
İkinci Mevkıf, Üçüncü Maksat, Beşinci Remiz
Ehl-i dalâletin vekili der ki: "Ehâdisinizde dünya tel'in edilmiş, cîfe ismiyle yad edilmiş. Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat dünyayı tahkir ediyor, 'Fenadır, pistir' diyorlar. Halbuki, sen bütün kemâlât-ı İlâhiyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun."
Elcevap: Dünyanın üç yüzü var.
Birinci yüzü Cenâb-ı Hakk'ın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.
İkinci yüzü âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.
Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.
Kur'ân-ı Hakîmin kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları evvelki iki yüzdedir. Şimdi, dünyayı tahkir edenler dört sınıftır.
Birincisi: Ehl-i marifettir ki, Cenâb-ı Hakk'ın marifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir eder.
İkincisi: Ehl-i âhirettir ki, ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men ettiği için veyahut şuhud derecesinde imanla Cennetin kemâlât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görür. Evet, Hazret-i Yusuf aleyhisselâm'a güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi, dünyanın ne kadar kıymettar mehâsini varsa, Cennetin mehâsinine nisbet edilse hiç hükmündedir.
Üçüncüsü: Dünyayı tahkir eder, çünkü eline geçmez. Şu tahkir dünyanın nefretinden gelmiyor, muhabbetinden ileri geliyor.
Dördüncüsü: Dünyayı tahkir eder; zira dünya eline geçiyor, fakat durmuyor, gidiyor. O da kızıyor. Teselli bulmak için tahkir eder, "Pistir" der. Şu tahkir ise, o da dünyanın muhabbetinden ileri geliyor. Halbuki makbul tahkir odur ki, hubb-u âhiretten ve marifetullahın muhabbetinden ileri gelir.
Demek, makbul tahkir, evvelki iki kısımdır. Cenâb-ı Hak bizi onlardan yapsın. Âmin, bihurmeti Seyyidi'l-Mürselîn.
1/13/2022 • 25 minutes, 34 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geçimini nasıl temin etmekte idi? [Siyer - 51 | Soru-Cevap (1)]
https://www.youtube.com/watch?v=7AV4hnOgAp8
1/6/2022 • 24 minutes, 7 seconds
Eşler arasında hürmet, şefkat ve muhabbet olmalıdır [Risale-i Nur - 66 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=9FzFEA59o80
Yine O'nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Rûm Sûresi, 30:21.)
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim bir sual
… Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, lâtife mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-ü suretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda biçare hakkını kaybeder.
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
12/30/2021 • 28 minutes, 27 seconds
İfk hâdisesi: Münâfıkların reisi Abdullah bin Übeyy’in Hz. Âişe (r.a.) Validemiz’e iftira atması [Siyer - 50]
https://www.youtube.com/watch?v=GHd9dBu3VHI
12/23/2021 • 28 minutes, 28 seconds
Vefat eden çocuk Cennete gider, ebeveynine hem şefaatçi hem de ebedî bir evlât olur [Risale-i Nur - 65 | 17. Mektup - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=hfhv4IG_oEo
ON YEDİNCİ MEKTUP
BEŞİNCİ NOKTA
Rahmet-i İlâhiyenin en lâtîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk'a vüsûle vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî, pek çok müşkülâtla aşk-ı hakikîye inkılâp eder, Cenâb-ı Hakk'ı bulur. Öyle de, şefkat, fakat müşkülâtsız, daha kısa, daha safî bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakk'a rapteder.
Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i iman ise, dünyadan yüzünü çevirir, Mün'im-i Hakikîyi bulur. Der ki: "Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe." Veledi nereye gitmişse, oraya karşı bir alâka peydâ eder, büyük mânevî bir hal kazanır.
Ehl-i gaflet ve dalâlet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım gayet sevdiği sevimli birtek çocuğunu sekeratta görüp, dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce, gaflet veya dalâlet neticesinde, mevti adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp, gaflet veya dalâlet cihetiyle, Erhamürrâhimînin cennet-i rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar meyusâne bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.
Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü'mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîmi, onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlât yapacak. Müfarakat muvakkattir, merak etme.
اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّۤا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
de, sabret.
12/16/2021 • 21 minutes, 40 seconds
Eşler arasındaki problemlerin çözümü adına Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den örnekler [Siyer - 49]
https://www.youtube.com/watch?v=v0Zk_dfXBm8
12/9/2021 • 29 minutes, 8 seconds
Vefat eden çocuğu veren de onu Cennete alan da Allah’tır; ayrılık dahi geçicidir [Risale-i Nur - 64 | 17. Mektup - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=zsBAiTS9MMc
ON YEDİNCİ MEKTUP
İKİNCİ NOKTA
Bir zaman, bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O biçare mahpus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatini temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra, merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki:
"Şu çocuk çendan senin evlâdındır. Fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim."
O adam ağlar, sızlar, "Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim" der.
Ona arkadaşları der ki: "Senin teessürâtın mânâsızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufunetli, sıkıntılı zindana bedel, ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şüpheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celb edecek, çocukla görüştürecek—şu şartla ki, padişaha emniyetin ve itaatin varsa..."
İşte, şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü'minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli:
Şu veled mâsumdur; onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerîmdir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü'l-Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kimbilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlât muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennette on milyon sene bana evlât muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette, meşkûk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan, elîm teessürat göstermez, meyusâne feryad etmez.
ÜÇÜNCÜ NOKTA
Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîmin mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün heyetiyle onun masnuu ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki, muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukàbil, muaccel bir ücret olarak, lezzetli bir şefkat vermiş.
Şimdi, binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse, surî bir hisse ile, hakikî bin hisse sahibine karşı şekvâyı andıracak bir tarzda meyusâne hüzün ve feryad etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalâlete yakışıyor.
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusâne teellümâtın bir mânâsı olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir. ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12.] اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ demeli. "O verdi, o aldı. Elhamdü lillâhi alâ külli hal" deyip sabırla şükretmeli.
…
12/2/2021 • 19 minutes, 56 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in aile hayatında iktisat, sadelik ve tevazuyu tercihi (2) [Siyer - 48]
https://www.youtube.com/watch?v=vTYkygC011U
11/25/2021 • 18 minutes, 12 seconds
Bülûğ çağı öncesinde vefat eden evlât, Cennette ebeden sevimli bir çocuk kalacaktır [Risale-i Nur - 63 | 17. Mektup - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=EVTiKypROcs
... evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhametle onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, meyusâne feryad etmemektir. "Hâlıkımın, benim nezaretime verdiği sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi.
Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkı'na aittir. اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12] deyip teslim olmaktır. (32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Mebhas, Mühim Bir Sual)
ON YEDİNCİ MEKTUP
Çocuk Taziyenâmesi
Kardeşim, çocuğun vefatı beni müteessir etti. Fakat, اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12] kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemil versin; merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefaatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttaki mü'minlere büyük bir müjde ve hakikî bir teselli gösterecek Beş Noktayı beyan ederiz.
BİRİNCİ NOKTA Kur'ân-ı Hakîm'de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ["Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar." Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19] sırrı ve meâli şudur ki: Mü'minlerin kablelbülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını; ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en lâtîf bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını; ve herbir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu; "Cennet tenasül yeri olmadığından, evlât muhabbeti ve okşaması olmadığını" diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlât sevmesine ve okşamasına bedel, sâfi, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlât sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu, şu âyet-i kerime, وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ (["Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar." Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19] ) cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.
On Yedinci Mektup'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
11/19/2021 • 20 minutes, 21 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in aile hayatında iktisat, sadelik ve tevazuyu tercihi (1) [Siyer - 47]
https://www.youtube.com/watch?v=YYhKfEB_0GM
10/28/2021 • 23 minutes, 46 seconds
Anne-baba hukukuna tam riayet, iki cihanda huzur ve saadet için çok mühim bir vesiledir [Risale-i Nur - 62 | 21. Mektup]
https://www.youtube.com/watch?v=mPbQ813hL7Y
Ey hanesinde ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil!
Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukâbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir.
...
Ey derd-i maişetle müptelâ olan insan! Bil ki, senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dâfiası, hanendeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme, "Maişetim dardır, idare edemiyorum." Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin dıyk-ı maişetin daha ziyade olacaktı. ...
Evet, kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahmân, Rahîm ve Lâtif ve Kerîm olan Hâlık-ı Zülcelâli ve'l-İkram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet lâtif bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi, çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. ...
"Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." Zâriyat, 51:58.
"Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir." Ankebut, 29:60.
Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlûkların rızıkları dahi bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek—o köyün ekmeği küçüktü—muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat'î bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.
Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor. Öyle ise, mahlûkatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti" sırrıyla ne derece sebeb-i def-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.
İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. "Her amel kendi cinsinden birşeyle karşılık görür." sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. ...
10/21/2021 • 21 minutes, 28 seconds
Anne-babaya karşı hürmet ve şefkatin beş mertebesi [Risale-i Nur - 61 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=xmajLGxLb1Q
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim bir sual
… Hem peder ve valideyi şefkatle teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine aittir.
O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah için olduğunun alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَۤا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَۤا اُف
["Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, sakın onlara 'Öf' bile deme." İsrâ Sûresi, 17:23.]
âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi, Kur'ân'ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek, valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira, münakaşa ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır. …
10/14/2021 • 19 minutes, 17 seconds
Muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî olana çevrilebilir [Risale-i Nur - 60 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=LMrPxDATdAQ
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas
Mühim bir sual: Diyorsunuz ki: "Muhabbet ihtiyarî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâtlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbaplarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?"
Elcevap: Dört Nükteyi dinle.
BİRİNCİ NÜKTE
Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat, ihtiyar ile, muhabbetin yüzü bir mahbuptan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle, veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir.
İKİNCİ NÜKTE
Tâdât ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakk'ın hesabına ve O'nun muhabbeti namına sev deriz.
Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîm'in in'âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün'im isimlerini sevmektir; hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir.
10/7/2021 • 25 minutes, 20 seconds
Efendimiz (s.a.v.)'in Zeyneb b. Cahş ve Meymûne b. Hâris (radıyallahu anhûma) ile izdivaçları [Siyer-46]
https://www.youtube.com/watch?v=71MsTJBjPPY
9/30/2021 • 22 minutes, 32 seconds
İnsan sınırsız muhabbetini yerinde sarfederek Hakikî Sahibi’ne vermeli [Risale-i Nur - 59 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=o7f1l3N1kmI
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL, BİRİNCİ MEYVE:
… Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, O’nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve’yi göster.
müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni senin cismanî hevesâtına ihzar eden; ve sair esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsânâtını o Cennette sana müheyyâ eden; ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbûb-u Ezelî’nin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat O’nun bir cüz'î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbûb-u Ezelî’nin kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ
["De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin." Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.]
9/23/2021 • 22 minutes, 27 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiye (r.anhûma) ile izdivaçları [Siyer - 45]
https://www.youtube.com/watch?v=sezsoer9t3Y
9/16/2021 • 22 minutes, 58 seconds
Muhabbeti nefse sarfetmek yerine, Mahbûb-u Ezelî'yi sevmek lâzımdır [Risale-i Nur - 58 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=7n1AhI-ChBw
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL, BİRİNCİ MEYVE:
…
Ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine mâbud ve mahbup yapıyorsun. Her şeyi nefsine feda ediyorsun. Adeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi ya kemâldir—zira kemâl zâtında sevilir—yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis, birkaç Sözde kat'î ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibarıyla sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâl'in kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek, ey nefis, nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin yahut acımalısın veyahut, mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen—çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun—o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acıkla iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intıfâ ettiğin ve saadetleriyle mes'ut olduğun mevcudâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır—tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın, hem kemâl-i mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, O'nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve'yi göster.
…
9/9/2021 • 23 minutes, 13 seconds
Efendimiz (sav)'in Zeyneb b. Huzeyme, Ümmü Habibe ve Meymûne b. Hâris (r. anhümâ) ile izdivaçları [Siyer - 44]
https://www.youtube.com/watch?v=nzekAD5M36s
9/2/2021 • 25 minutes, 13 seconds
Aklın varsa bütün muhabbetleri Hakikî Sahibi’ne ver, belâlardan kurtul [Risale-i Nur - 57 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=UPZBRwlxCjA
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.
BİRİNCİ MEYVE: Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.
Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, O'nun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, O'nun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.
Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
…
8/26/2021 • 21 minutes, 9 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kızlarını evlendirmesi; Hz. Hafsa (r.a.) ile izdivâcı [Siyer - 43]
https://www.youtube.com/watch?v=eWHydoZnqms
8/19/2021 • 24 minutes, 36 seconds
Allah’tan korkmak, O’nun rahmetine sığınmaktır; büyük lezzeti vardır [Risale-i Nur - 56 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=hptGZROJMKQ
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.
BİRİNCİ MEYVE: Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.
Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
…
8/12/2021 • 28 minutes, 17 seconds
Hz.Âişe vâlidemiz’in (radıyallahu anhâ) ilmî yönü [Siyer - 42]
https://www.youtube.com/watch?v=sJ72QGU4tXI
8/5/2021 • 20 minutes, 30 seconds
Şefkat daha latîf, nezih, kuşat ıcı, hâlis ve ivazsızdır; mecazî aşk ise ücret ister. [Risale-i Nur - 55 | 8. Mektup - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=Kkygdu5ZiaE
SEKİZİNCİ MEKTUP
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerinin بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيْمِ'e girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte tâliken, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim.
Kardeşim, ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubûdiyet ve iftikardır.
Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan İmam-ı Rabbânî'ye muhalif olarak diyorum ki:
Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın Yusuf aleyhisselâm'a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîm'in parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusûlüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd'a vesile-i vusûl olan aşk ise, Züleyha'nın Yusuf aleyhisselâm'a karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın hissiyatını ne derece Züleyha'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.
Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nev'inden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nev'inden değildir ki, kusur olsun."
Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.
Evet, şefkat bütün envâıyla lâtîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor.
Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi âyinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip herşeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu îlâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: "Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor." Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?
Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor, sâfi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvânâtın yavrularına karşı fedakârâne, ivazsız şefkatleri buna delildir.
Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.
Demek, suver-i Kur'âniyenin en parlağı olan Sûre-i Yusuf'un en parlak nuru olan Hazret-i Yakup'un (a.s.) şefkati, ism-i Rahmân ve Rahîm'i gösterir ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir. Ve o elem-i şefkate devâ olarak da فَاللهُ خَيْرٌحَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ ["En iyi koruyucu Allah'tır; merhametlilerin en merhametlisi de Odur." Yusuf Sûresi, 12:64] dedirir.
7/29/2021 • 27 minutes, 11 seconds
Hz.Âişe vâlidemiz’in (radıyallahu anhâ) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) nezdindeki konumu [Siyer - 41]
https://www.youtube.com/watch?v=UV6sZwPxgKs
7/22/2021 • 28 minutes, 36 seconds
Şefkat, sevgi ve aşktan çok daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir; rahmete vesiledir [Risale-i Nur - 54 | 8. Mektup - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=Orr5TQWo3ps
SEKİZİNCİ MEKTUP
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerinin بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيْمِ'e girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte tâliken, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim.
Kardeşim, ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubûdiyet ve iftikardır.
Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan İmam-ı Rabbânî'ye muhalif olarak diyorum ki:
Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın Yusuf aleyhisselâm'a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîm'in parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusûlüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd'a vesile-i vusûl olan aşk ise, Züleyha'nın Yusuf aleyhisselâm'a karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın hissiyatını ne derece Züleyha'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.
Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nev'inden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nev'inden değildir ki, kusur olsun."
Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.
…
7/15/2021 • 20 minutes, 16 seconds
Hz. Âişe vâlidemiz (radıyallahu anhâ) kaç yaşında evlendi? - 2 [Siyer - 40]
https://www.youtube.com/watch?v=MR16fTTt-Ik
- Âişe validemiz'in (radıyallahu anhâ) dokuz yaşında evlendiğine dair rivayetleri nasıl anlamalıyız?
- Âişe validemiz'in (radıyallahu anhâ) evlendiğinde 17 ila 19 yaşında olduğuna işaret eden bilgiler
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
7/8/2021 • 35 minutes, 17 seconds
Tevhidin bir delili… Hayata ve ölüme iman sırrı ile bakışın iki cihan saadeti getirmesi… [Risale-i Nur - 53 | 8. Söz - 8]
https://www.youtube.com/watch?v=i_ggVjx35LU
SEKİZİNCİ SÖZ
… Ve o ağacın, birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedâniyenin sikkesine ve rubûbiyet-i İlâhiyenin hâtemine ve saltanat-ı Ulûhiyetin turrasına işarettir. Çünkü birtek şeyden herşeyi yapmak, yani, bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak, hem bir sudan bütün hayvanâtı halk etmek, [bkz. Enbiyâ Sûresi, 21:30.] hem basit bir yemekten bütün cihazât-ı hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber herşeyi birtek şey yapmak, yani, zîhayatın yediği gayet muhtelifü'l-cins taamlardan o zîhayata bir lâhm-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar, Zât-ı Ehad-i Samed olan Sultan-ı Ezel ve Ebedin sikke-i hassasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklit edilmez bir turrasıdır. Evet, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak, her şeyin Hâlıkına has ve Kadîr-i Külli Şey'e mahsus bir nişandır, bir âyettir.
Ve o tılsım ise, sırr-ı imanla açılan sırr-ı hikmet-i hilkattir. Ve o miftah ise, يَۤا اَللهُ لاَاِلٰهَ اِلاَّاللهُ ,اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ dur.
Ve o ejderha ağzı bahçe kapısına inkılâb etmesi ise işarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuğyan için vahşet ve nisyan içinde zindan gibi sıkıntılı ve bir ejderha batnı gibi dar bir mezara açılan bir kapı olduğu halde, ehl-i Kur'ân ve iman için, zindan-ı dünyadan bostan-ı bekàya ve meydan-ı imtihandan ravza-i cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmân'a açılan bir kapıdır. Ve o vahşî arslanın dahi munis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olması ise, işarettir ki, mevt, ehl-i dalâlet için, bütün mahbubâtından elîm bir firak-ı ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve tard ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezara idhal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın talim ve talimâtından bir paydostur.
Elhasıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennetin intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.
Allah'ım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve iman ehlinden eyle Âmin. Allahım, Efendimiz Muhammed'e ve âline ve ashâbına, Kur'ân'ın ilk indiği günden kıyametin kopmasına kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarında Rahmân'ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri sayısınca salât ve selâm et. Ve bunlar adedince, bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün mü'minlere rahmetinle merhamet et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
7/1/2021 • 26 minutes, 19 seconds
İbretli hikâyedeki temsillerin izahı ve din, dünya, insan ve iman hakikatlerine tatbiki [Risale-i Nur - 52 | 8. Söz - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=vh7np72kFpc
SEKİZİNCİ SÖZ
… Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!
Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur'ân'ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.
Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eğer fehmettinse, hakikat-i din ve dünya ve insan ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim; incelerini sen kendin istihrac et.
İşte, bak: O iki kardeş ise, biri ruh-u mü'min ve kalb-i salihtir. Diğeri ruh-u kâfir ve kalb-i fâsıktır. Ve o iki tarikten sağ ise, tarik-i Kur'ân ve imandır. Sol ise, tarik-i isyan ve küfrandır.
Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beşeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyedir ki, içinde hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki, "Huz mâ safâ, da' mâ keder" kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalble gider.
Ve o sahrâ ise, şu arz ve dünyadır. Ve o arslan ise, ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ı hayattır. Ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü galibî olan altmış seneye işarettir. Ve o ağaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattır. Ve o iki siyah ve beyaz hayvan ise gece ve gündüzdür.
Ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarik-i berzahiye ve revâk-ı uhreviyedir. Fakat o ağız, mü'min için, zindandan bir bahçeye açılan bir kapıdır.
Ve o haşerat-ı muzırra ise, musibât-ı dünyeviyedir. Fakat, mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazât-ı İlâhiye ve iltifatât-ı Rahmâniye hükmündedir.
Ve o ağaçtaki yemişler ise, dünyevî nimetlerdir ki, Cenâb-ı Kerîm-i Mutlak, onları âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müşabihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri davet eden nümuneler suretinde yapmış. [bkz. Bakara Sûresi, 2:25.]
6/24/2021 • 23 minutes, 33 seconds
Hangi dualar daha makbuldür? Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tavsiye ettiği bazı dualar [Sohbetler - 04]
https://www.youtube.com/watch?v=YW1cZ-OWqfY
6/17/2021 • 24 minutes, 40 seconds
Hz. Âişe vâlidemiz (radıyallahu anhâ) kaç yaşında evlendi? - 1 [Siyer - 39]
https://www.youtube.com/watch?v=WziygZi-LXY
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
6/10/2021 • 28 minutes, 34 seconds
Hakikat güzeldir; "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" hükmünün bir tezahürü [Risale-i Nur - 51 | 8. Söz - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=b8YPT6lXMRw
SEKİZİNCİ SÖZ
… İşte ey tembel nefsim ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz, bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık nasıl fenalık getirir, görelim, bilelim.
Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor. Ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.
Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir marifet içinde garip şeyleri seyir ve temâşâ ediyor.
Hem o bedbaht, vahşet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor.
Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.
Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliğiyle kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir.
Ve şu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemâline hürmet eder, rahmetine müstehak olur. İşte, "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" [Nisâ Sûresi, 4:79] olan hükm-ü Kur'ânînin sırrı zâhir oluyor.
Daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen, anlayacaksın ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir mânevî cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.
…
6/3/2021 • 22 minutes
Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) vâlidemizin evlilik yaşına dair farklı rivayetlerin sebepleri [Siyer - 38]
https://www.youtube.com/watch?v=mX6A1eY6jZs
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
5/27/2021 • 23 minutes, 12 seconds
İki kardeşin "kuyu"daki halleri: İyilik nasıl iyiliği, fenalık nasıl fenalığı getirir? [Risale-i Nur - 50 | 8. Söz - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=FDsHRV5i71Q
SEKİZİNCİ SÖZ
… "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."
Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki, ejderha ağzı o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.
İşte ey tembel nefsim ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz, bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık nasıl fenalık getirir, görelim, bilelim.
Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor. Ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.
Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir marifet içinde garip şeyleri seyir ve temâşâ ediyor.
Hem o bedbaht, vahşet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor.
Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.
…
5/20/2021 • 25 minutes, 15 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hz. Sevde ile evlenmesi ve Hz. Âişe ile nişanlanması [Siyer - 37]
https://www.youtube.com/watch?v=ug3x0GZVjPY
5/13/2021 • 22 minutes, 27 seconds
Nizamı tercih eden güzel ahlâklı, akıllı kardeşin emniyetli yolculuğu ve çözdüğü tılsım [Risale-i Nur - 49 | 8. Söz - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=JXKo0qWMXlY
SEKİZİNCİ SÖZ
… İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.
İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti.
Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.
Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi. Birden, hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı. Çünkü, hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle, "Şu sahrânın bir hâkimi var. Ve bu arslan o hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var" diye düşünüp tesellî buldu. Fakat yine kaçtı. Ta altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rast geldi, kendini içine attı. Biraderi gibi, ortasında bir ağaca eli yapıştı, havada muallâk kaldı. Baktı, iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi, bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti—fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünkü güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş; ve güzel fikir ise, ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte, bu sebepten şöyle düşündü ki:
"Bu acip işler birbiriyle alâkadardır. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise bu işlerde bir tılsım vardır. Evet, bunlar bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim. O gizli hâkim bana bakıyor, beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevk edip davet ediyor."
Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder ki: "Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acip yolla bir maksada sevk eden kimdir?"
…
5/6/2021 • 23 minutes, 4 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hz. Hatice’yi vefatı sonrasında da sürekli yâd edişi [Siyer - 036]
https://www.youtube.com/watch?v=HdN1SGNj3i8
4/29/2021 • 20 minutes, 33 seconds
'Serbestliği' tercih ederek zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden adamın yolculuğu [Risale-i Nur - 048 | 8. Söz - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=3-uUOAWoVVQ
SEKİZİNCİ SÖZ
Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."
Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:
İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi.
Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var.
İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu adi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryad ü figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi, o ağacın meyvelerini yemeye başladı. Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.
Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بى Yani, "Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla, gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor. Biz de şu meş'umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız.
İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.
İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor. İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti.
Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.
…
4/22/2021 • 24 minutes, 6 seconds
Hz. Hatice’nin Efendimiz’e daima destek oluşu ve Şib'i-i Ebu Talib günleri sonrasındaki vefatı [Siyer - 035]
https://www.youtube.com/watch?v=Yx8H7uuy17c
4/15/2021 • 25 minutes, 23 seconds
Seyahat eden iki kardeş ve yol ayrımında aldıkları nasihat sonrasındaki zıt tercihleri [Risale-i Nur - 047 | 8. Söz - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=YoUbCmq0Fco
SEKİZİNCİ SÖZ
Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."
Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:
İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi.
Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var.
…
4/8/2021 • 25 minutes, 16 seconds
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in evliliklerindeki sebep ve hikmetlerden bazıları [Siyer - 034]
https://www.youtube.com/watch?v=eynKIKLhkWw
4/1/2021 • 21 minutes, 6 seconds