Kardelen
Turco, Islam, 1 temporada, 155 episodios, 0 días, 0 horas, 0 minutos
Kardelen
Turco, Islam, 1 temporada, 155 episodios, 0 días, 0 horas, 0 minutos
Ashâb-ı Kiram’ın kendilerine kötü davrananlara karşı tavırları nasıl olmuştur? [Siyer - 68 | Soru-Cevap (18)]
https://www.youtube.com/watch?v=HM5fN5V6jW8
Soru 1: Ashab-ı Kiram efendilerimiz (radıyallahu anhüm ecmain)'in Mekke'nin fethinden sonra müşrikleri affettiklerini görüyoruz, Sahabe hiç kin tutmuş muydu, yoksa Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) affettiği için mi af yolunu seçmişlerdi?
Soru 2: Ashab-ı Kiram efendilerimiz (radıyallahu anhüm ecmain) yakınlarından kaynaklanan olumsuzluklar söz konusu olduğunda, onlarla temas adına nasıl bir tavır sergilemişlerdi?
29/9/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Cüz'î irade şart-ı âdidir. Dua hayır eğilimine kuvvet verir tevbe şer eğilimini keser [Risale-i Nur - 81 | 26. Söz - 11]
https://www.youtube.com/watch?v=zuOkFO3BkOc
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Ehl-i ilme mahsus, ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile.
…
Yedincisi: İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir."
Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.
Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
22/9/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hiç üç günden fazla tavır almış mıdır? [Siyer - 67 | Soru-Cevap (17)]
https://www.youtube.com/watch?v=8KTdsIFFfyY
Soru: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), üç günden fazla küs kalmanın uygun olmadığını ifade ettikleri halde, zevcelerinden Hz. Zeyneb b. Cahş (radıyallahu anhâ) ile uzunca bir süre konuşmamalarının hikmeti nedir?
- Efendimiz (aleyhissalatu vesselam)'ın iradi olarak tavır aldıkları üç hadise/durum söz konusudur.
15/9/2022 • 0 minutos, 0 segundos
İnsanın eğilimleri ve onlar üzerindeki tasarrufları da iradenin varlığını gösterir [Risale-i Nur - 80 | 26. Söz - 10]
https://www.youtube.com/watch?v=h4rwwyqiI0c
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile.
… ALTINCISI [Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir]: Cüz-ü ihtiyarînin üssü'l-esası olan meyelân, Maturidîce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş'arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş'ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir. Muhakkak bir vücud-u haricîsi yoktur. Emr-i itibarî ise, illet-i tâmme istemez ki, illet-i tâmme vücudu için lüzum ve zaruret ve vücub ortaya girip ihtiyarı ref' etsin. Belki o emr-i itibarînin illeti, bir rüçhâniyet derecesinde bir vaziyet alsa, o emr-i itibarî sübut bulabilir. Öyle ise, o anda onu terk edebilir. Kur'ân ona o anda diyebilir ki, "Şu şerdir, yapma."
Evet, eğer abd, hâlık-ı ef'âli bulunsaydı ve icada iktidarı olsaydı, o vakit ihtiyarı ref olurdu. Çünkü ilm-i usul ve hikmette, مَالَمْ يَجِبْ لَمْ يُوجَدْ kaidesince mukarrerdir ki, "Bir şey vâcip olmazsa, vücuda gelmez." Yani, illet-i tâmme bulunacak; sonra vücuda gelebilir. İllet-i tâmme ise, malûlu, bizzarure ve bilvücub iktiza ediyor. O vakit ihtiyar kalmaz.
8/9/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Ömer kızını gömmüş müdür? Kız çocuklarının gömülmesi nasıl başlamıştır? [Siyer - 66 | Soru-Cevap (16)]
https://www.youtube.com/watch?v=mxEpKzRP8lA
1/9/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader ile cüz'î iradenin münasebetine dair aşırılıklar içeren uç yorumlar ve orta yol [Risale-i Nur - 79 | 26. Söz - 9]
https://www.youtube.com/watch?v=YllNHOY-kWE
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İkinci Mebhas
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir? Elcevap: Yedi vech ile.
… BEŞİNCİSİ: Kader, sebeple müsebbebe bir taallûku var. Yani, "Şu müsebbep, şu sebeple vukua gelecek." Öyle ise, denilmesin ki, "Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir. Cüz-ü ihtiyariyle tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı yine ölecekti."
Sual: Niçin denilmesin?
Elcevap: Çünkü, kader onun ölmesini onun tüfeğiyle tayin etmiştir. Eğer onun tüfek atmamasını farz etsen, o vakit kaderin adem-i taallûkunu farz ediyorsun. O vakit ölmesini neyle hükmedeceksin? Ya, Cebrî gibi sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen; veyahut Mutezile gibi kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin.
Öyle ise, biz ehl-i hak deriz ki: "Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhul." Cebrî der: "Atmasaydı yine ölecekti." Mutezile der: "Atmasaydı ölmeyecekti."
25/8/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaşlarda hiç kimseyi öldürmüş müdür? [Siyer - 65 | Soru-Cevap (15)]
https://www.youtube.com/watch?v=JqpQy1lwBxE
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaşlarda hiç kimseyi öldürmüş müdür?
Asr-ı Saadet’teki savaşların toplam süresi ne kadardır?
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Übeyy ibni Halef ile karşılaşması
18/8/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Sıkıntılardan kurtulma ve ruh darlığından çıkış adına Kur'ânî bir formül: Tevbe, iman, salih amel [Sohbetler - 03]
https://www.youtube.com/watch?v=ylbgcJAkKUc
11/8/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Günümüzde kadınlara uygulanan zulüm Cahiliye Devri'nde dahi söz konusu değildi [Siyer - 64 | Soru-Cevap (14)]
https://www.youtube.com/watch?v=ad33uYgSvZ4
Soru: İslam'ın ilk geldiği dönemlerde Müslüman olanlara uygulanan baskılar esnasında işkence gören ve sıkıntıya maruz bırakılan kadın sahabiler kaç kişidir, isimleri nedir ve ne tür sıkıntılara maruz bırakılmışlardır?
4/8/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader ile irade birbirini teyid eder - İlim, malûma tâbidir; malûm, ilme tâbi değil [Risale-i Nur - 78 | 26. Söz - 8]
https://www.youtube.com/watch?v=AtZYvYH3bJA
YİRMİ ALTINCI SÖZ
İKİNCİ MEBHAS
Ehl-i ilme mahsus, [Haşiye-1] ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir? Elcevap: Yedi vech ile.
BİRİNCİSİ: Elbette kâinatın intizam ve mizan lisanıyla hikmet ve adaletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-ü ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.
İKİNCİSİ: Bizzarure, herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Her şey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez.
ÜÇÜNCÜSÜ: Cüz-ü ihtiyarî, kadere münâfi değil. Belki kader, ihtiyarı teyid eder. Çünkü, kader, ilm-i İlâhînin bir nev'idir. İlm-i İlâhî, ihtiyarımıza taallûk etmiş. Öyle ise ihtiyarı teyid ediyor, iptal etmiyor.
DÖRDÜNCÜSÜ: Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder.
Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uç tahayyül edip, ona "ezel" deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir.
Şu sırrın keşfi için şu misale bak: Senin elinde bir âyine bulunsa, sağ tarafındaki mesafe mazi, sol tarafındaki mesafe müstakbel farz edilse, o âyine yalnız mukabilini tutar. Sonra o iki tarafı bir tertiple tutar, çoğunu tutamaz. O âyine ne kadar aşağı ise, o kadar az görür. Fakat o âyine ile yükseğe çıktıkça, o âyinenin mukabil dairesi genişlenir. Git gide, bütün iki taraf mesafeyi birden, bir anda tutar. İşte, şu âyine, şu vaziyette, onun irtisamında, o mesafelerde cereyan eden hâlât birbirine mukaddem, muahhar, muvafık, muhalif denilmez.
İşte, kader, ilm-i ezelîden olduğu için; ilm-i ezelî, hadisin tabiriyle, manzar-ı âlâdan, ezelden ebede kadar herşey, olmuş ve olacak, birden tutar, ihata eder bir makam-ı âlâdadır. Biz ve muhakemâtımız onun haricinde olamaz ki, mazi mesafesinde bir âyine tarzında olsun.
[Haşiye - 1]: Bu İkinci Mebhas, en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir. Bütün ulema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir. Risale-i Nur tam halletmiş.
28/7/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahsedebilmenin ölçüsü – Cenâb-ı Hakk’ın Âdil-i Hakîm oluşu [Risale-i Nur - 77 | 26. Söz - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=XAJthQy_JB8
YİRMİ ALTINCI SÖZ
(Kader Risalesi)
… Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i huzur ve kemâl-i iman sahibi ise, kâinatı ve nefsini Cenâb-ı Hakk’a verir, Onun tasarrufunda bilir. O vakit hakkı var kaderden, cüz-ü ihtiyarîden bahsetsin. Çünkü madem nefsini ve herşeyi Cenâb-ı Hakk’tan bilir; o vakit cüz-ü ihtiyarîye istinad ederek mes'uliyeti deruhte eder; seyyiâta merciiyeti kabul edip Rabbi’ni takdis eder, daire-i ubûdiyette kalıp teklif-i İlâhiyeyi zimmetine alır. Hem kendinden sudur eden kemâlât ve hasenatla gururlanmamak için kadere bakar, fahr yerine şükreder. Başına gelen musibetlerde kaderi görür, sabreder.
Eğer kader ve cüz-ü ihtiyarîden bahseden adam ehl-i gaflet ise, o vakit kaderden ve cüz-ü ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmâresi, gaflet veya dalâlet saikasıyla kâinatı esbaba verip Allah’ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir, mes'uliyeti ve kusuru kadere havale eder. O vakit, nihayette Cenâb-ı Hakk’a verilecek olan cüz-ü ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi mânâsızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıt ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir.
İKİNCİ MEBHAS Ehl-i ilme mahsus, [Haşiye-1]* ince bir tetkik-i ilmîdir.
Eğer desen: Kader ile cüz-ü ihtiyarî nasıl tevfik edilebilir?
Elcevap: Yedi vech ile. Birincisi: Elbette kâinatın intizam ve mizan lisanıyla hikmet ve adaletine şehadet ettiği bir Âdil-i Hakîm, insan için medar-ı sevap ve ikab olacak, mahiyeti meçhul bir cüz-ü ihtiyarî vermiştir. O Âdil-i Hakîm’in pek çok hikmetini bilmediğimiz gibi, şu cüz-ü ihtiyarînin kaderle nasıl tevfik edildiğini bilmediğimiz, olmamasına delâlet etmez.
*Haşiye-1: Bu İkinci Mebhas, en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir. Bütün ulema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir. Risale-i Nur tam halletmiş.
…
21/7/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Asr-ı Saadet’te tesettür ve başörtüsündeki ölçüler… Tesettürün dinimizdeki yeri… [Siyer - 63 | Soru-Cevap (13)]
https://www.youtube.com/watch?v=TN3M84vst7U
14/7/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Asr-ı Saadet’te münafıklara yaklaşım ve Efendimiz’in onlarla muamelesi nasıldı? [Siyer - 62 | Soru-Cevap (12)]
https://www.youtube.com/watch?v=zfSlq9sgslQ
7/7/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazan ayını nasıl değerlendirirdi? [Siyer - 61 | Soru-Cevap (11)]
https://www.youtube.com/watch?v=cax5GkBF1yg
30/6/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Küfür, isyan ve günah müthiş tahribata yol açabilir; insan Allah'ın inâyetine muhtaçtır [Risale-i Nur - 76 | 26. Söz - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=FPIzX0Y3-x0
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Eğer denilse: "Madem cüz-ü ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kisbden başka, insanın elinde birşey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'da, Hâlık-ı Semâvât ve Arz'a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş; Hâlık-ı Arz ve Semâvât, ondan azîm şikâyetler ediyor, o âsi insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melâikesini tahşid ediyor, ona azîm bir ehemmiyet veriyor?
Elcevap: Çünkü küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki, azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüp edebilir. Nasıl ki, bir azîm sefinenin dümencisi, vazifesinin adem-i ifasıyla, sefine gark olup bütün hademelerin netice-i sa'yleri iptal olur. Bütün o tahribat, bir ademe terettüp ediyor. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev'inden olduğu için, cüz-ü ihtiyarî, bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müthiş netâice sebebiyet verebilir.
Zira küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzip ve bütün tecelliyât-ı esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esmâ-i İlâhiye namına, Cenâb-ı Hak kâfirden şedit şikâyet ve dehşetli tehdidat etmek ayn-ı hikmettir ve ebedî azap vermek ayn-ı adalettir.
Madem insan küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor; az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için, ehl-i iman, onlara karşı Cenâb-ı Hakk'ın inâyet-i azîmine muhtaçtır. Çünkü, on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeye çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmaya mecbur olması gibi, mü'minlerin de böyle edepsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenâb-ı Hakkın çok inâyâtına muhtaçtırlar.
23/6/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Halid b. Velid’in (r.a.) yaşantısı… Mü'mine 11 kız kardeş hakkında bilgiler [Siyer - 60 | Soru-Cevap (10)]
https://www.youtube.com/watch?v=RUj3jiFQHPw
16/6/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader adalet eder, beşer zulmeder. Kadere rıza göstermek, zulme boyun eğmemek gerektir [Risale-i Nur - 75 | 26. Söz - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=QS8hoJH8AWM
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Hem nasıl kader-i İlâhî, netice ve meyveler itibarıyla şerden ve çirkinlikten münezzehtir. Öyle de, illet ve sebep itibarıyla dahi, zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünkü, kader hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini bina eder, kaderin ayn-ı adaletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip hapsetti. Halbuki sen sârık değilsin. Fakat kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat kader, o gizli katlin için mahkûm edip adalet etmiş. Hâkim ise, sen ondan masum olduğun sirkate binaen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte, şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlâhînin adaleti ve insan kisbinin zulmü göründüğü gibi, başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve icad-ı İlâhî, mebde' ve müntehâ, asıl ve fer', illet ve neticeler itibarıyla şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir. …
9/6/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Şerlerin yaratılması değil işlenmesi şerdir; şerlerin yaratılışında da hayırlar vardır [Risale-i Nur - 74 | 26. Söz - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=fCvmy4DNuLs
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.
İşte, şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, "Yağmur rahmet değil." Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz'î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz'î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz'î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.
2/6/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Sahabe Efendilerimiz (radıyallahu anhüm) kırgınlıkları nasıl çözerlerdi? [Siyer - 59 | Soru-Cevap (9)]
https://www.youtube.com/watch?v=WheXe5bZ7jU
26/5/2022 • 0 minutos, 0 segundos
İnsan kötülüklerinden tamamen sorumludur, fakat iyilikleri ile övünmeye hakkı yoktur [Risale-i Nur - 73 | 26. Söz - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=ytqLpo9cle8
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Birinci Mebhas
… Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes'uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.
…
19/5/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kararlarında istişarenin yeri nedir? [Siyer - 58 | Soru-Cevap (8)]
https://www.youtube.com/watch?v=3AR-YiDKus0
12/5/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader, kişiyi gururdan korur; insanın iradesi ise onu sorumsuzluktan kurtarmak içindir [Risale-i Nur - 72 | 26. Söz - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=LGnOO0fYixk
YİRMİ ALTINCI SÖZ
Kader ile cüz-ü ihtiyarî, iki mesele-i mühimmedir. Ona dair Dört Mebhas içinde birkaç sırlarını açmaya çalışacağız.
Birinci Mebhas
Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona "Mes'ul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfus-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak; ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-ü ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-ü ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.
Evet, mânen terakkî etmeyen avam içinde, kaderin câ-yı istimâli var. Fakat, o da mâziyat ve mesâibdedir ki, ye'sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi, teklif ve mes'uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz-ü ihtiyarî, seyyiâta merci olmak içindir ki, akideye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.
5/5/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Kader-cüz'i irade münasebetindeki ölçü - Cebriye ve Mutezile ekollerindeki uç noktalar [Risale-i Nur - 71 | 26. Söz - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=JYdW6SGcNUc
Kader mevzuunda zihinleri en fazla meşgul eden husus, kaderle insan iradesinin tevfiki meselesidir. Bir yanda, kaderi tenkide varan, zorlayıcı, bağlayıcı ve insanı bir kurban ve mahkûm durumuna düşürücü kader anlayışı, öte yanda, kaderi de, yaratmayı da tamamen insana veren kıt anlayış.. bu her iki anlayış da, bulundukları uç noktalarda kaderin ve iradenin hakkını vermekten çok uzaktırlar (Cebriye ve Mutezile). Hâlbuki kader adına gerçek, bu ikisinin tam ortasındadır.
28/4/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Asr-ı Saadet'te mut'a (geçici "nikah") uygulamasına izin verilmiş midir? [Siyer - 57 | Soru-Cevap (7)]
https://www.youtube.com/watch?v=sTHgZ_-UW7c
21/4/2022 • 0 minutos, 0 segundos
'Ne kadar güzel yapılmış' de. 'Ne kadar güzeldir' deme [Risale-i Nur - 70 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=rJf6KW3RkRI
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler: https://www.youtube.com/playlist?list...
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı: https://www.youtube.com/playlist?list...
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı: https://www.youtube.com/playlist?list...
Süleyman Eriş (sohbetler): https://www.youtube.com/playlist?list...
14/4/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir günü nasıl taksim ederlerdi? [Siyer - 56 | Soru-Cevap (6)]
https://www.youtube.com/watch?v=b_56Vpjbd50
7/4/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Mahlukâtı sevmede ölçü…Üstad’ın hayvanlara olan bakışı [Risale-i Nur - 69 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=SLa3EAD7IlY
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
31/3/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazını kaç kişi kılmıştır? [Siyer - 55 | Soru-Cevap (5)]
https://www.youtube.com/watch?v=KC3A89n1cMg
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazının 17 kişi tarafından kılındığı iddiası
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazının kılınması ne kadar sürmüştür?
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in cenaze namazını kaç kişi kılmıştır?
24/3/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Enbiyâyı ve evliyâyı Allah için sevmek… Sevgide denge… [Risale-i Nur - 68 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=HhHM1f9upqo
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
17/3/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Mekke’deki boykot yılları esnasında Ashâb’ın tavrı ve günümüzdeki mağduriyetler [Siyer - 54 | Soru-Cevap (4)]
https://www.youtube.com/watch?v=NjZvjhJpCxg
10/3/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Dost ve arkadaşları Allah için sevmek… Dava kardeşliği [Risale-i Nur - 67 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=0g6BX4D42tM
- - -
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
3/3/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) daima af ve müsamahayı esas almışlardır [Siyer - 53 | Soru-Cevap (3)]
https://www.youtube.com/watch?v=rSsAwo2qVYw
27/1/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Hicret emri sonrasında Mekke'de kalan Müslümanlar hakkında bilgi verir misiniz? [Siyer - 52 | Soru-Cevap (2)]
https://www.youtube.com/watch?v=dWGwmMiCU8c
Soru: Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ashâbı ile hicret ettikleri halde Mekke'de kalan Müslümanlar var mıydı? Bunlar kimlerdi, ne için ve ne zamana kadar Mekke'de kalmışlardı?
20/1/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Dünya sevgisinde ölçü - Dünyanın aşka ve tahkire layık yüzleri [Risale-i Nur - 67 | 32. Söz, 2. Mevkıf, 3. Maksat, 5. Remiz]
https://www.youtube.com/watch?v=cydTX6oxcSM
OTUZ İKİNCİ SÖZ
İkinci Mevkıf, Üçüncü Maksat, Beşinci Remiz
Ehl-i dalâletin vekili der ki: "Ehâdisinizde dünya tel'in edilmiş, cîfe ismiyle yad edilmiş. Hem bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat dünyayı tahkir ediyor, 'Fenadır, pistir' diyorlar. Halbuki, sen bütün kemâlât-ı İlâhiyeye medar ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkane ondan bahsediyorsun."
Elcevap: Dünyanın üç yüzü var.
Birinci yüzü Cenâb-ı Hakk'ın esmâsına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mânâ-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.
İkinci yüzü âhirete bakar. Âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir. Tahkire değil, muhabbete lâyıktır.
Üçüncü yüzü insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel'abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânidir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadiste varid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.
Kur'ân-ı Hakîmin kâinattan ve mevcudattan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sair ehlullahın mergub dünyaları evvelki iki yüzdedir. Şimdi, dünyayı tahkir edenler dört sınıftır.
Birincisi: Ehl-i marifettir ki, Cenâb-ı Hakk'ın marifetine ve muhabbet ve ibadetine sed çektiği için tahkir eder.
İkincisi: Ehl-i âhirettir ki, ya dünyanın zarurî işleri onları amel-i uhrevîden men ettiği için veyahut şuhud derecesinde imanla Cennetin kemâlât ve mehâsinine nisbeten dünyayı çirkin görür. Evet, Hazret-i Yusuf aleyhisselâm'a güzel bir adam nisbet edilse yine çirkin göründüğü gibi, dünyanın ne kadar kıymettar mehâsini varsa, Cennetin mehâsinine nisbet edilse hiç hükmündedir.
Üçüncüsü: Dünyayı tahkir eder, çünkü eline geçmez. Şu tahkir dünyanın nefretinden gelmiyor, muhabbetinden ileri geliyor.
Dördüncüsü: Dünyayı tahkir eder; zira dünya eline geçiyor, fakat durmuyor, gidiyor. O da kızıyor. Teselli bulmak için tahkir eder, "Pistir" der. Şu tahkir ise, o da dünyanın muhabbetinden ileri geliyor. Halbuki makbul tahkir odur ki, hubb-u âhiretten ve marifetullahın muhabbetinden ileri gelir.
Demek, makbul tahkir, evvelki iki kısımdır. Cenâb-ı Hak bizi onlardan yapsın. Âmin, bihurmeti Seyyidi'l-Mürselîn.
13/1/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geçimini nasıl temin etmekte idi? [Siyer - 51 | Soru-Cevap (1)]
https://www.youtube.com/watch?v=7AV4hnOgAp8
6/1/2022 • 0 minutos, 0 segundos
Eşler arasında hürmet, şefkat ve muhabbet olmalıdır [Risale-i Nur - 66 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=9FzFEA59o80
Yine O'nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Rûm Sûresi, 30:21.)
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim bir sual
… Hem refika-i hayatını, rahmet-i İlâhiyenin mûnis, lâtif bir hediyesi olduğu cihetiyle sev ve muhabbet et. Fakat çabuk bozulan hüsn-ü suretine muhabbetini bağlama. Belki kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letâfet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir. Ve en kıymettar ve en şirin cemâli ise, ulvî, ciddî, samimî, nuranî şefkatidir. Şu cemâl-i şefkat ve hüsn-ü sîret, âhir hayata kadar devam eder, ziyadeleşir. Ve o zaife, lâtife mahlûkun hukuk-u hürmeti o muhabbetle muhafaza edilir. Yoksa, hüsn-ü suretin zevâliyle, en muhtaç olduğu bir zamanda biçare hakkını kaybeder.
32.Söz 3.Mevkıf 2.Mebhas Mühim Bir Sual'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
30/12/2021 • 0 minutos, 0 segundos
İfk hâdisesi: Münâfıkların reisi Abdullah bin Übeyy’in Hz. Âişe (r.a.) Validemiz’e iftira atması [Siyer - 50]
https://www.youtube.com/watch?v=GHd9dBu3VHI
23/12/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Vefat eden çocuk Cennete gider, ebeveynine hem şefaatçi hem de ebedî bir evlât olur [Risale-i Nur - 65 | 17. Mektup - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=hfhv4IG_oEo
ON YEDİNCİ MEKTUP
BEŞİNCİ NOKTA
Rahmet-i İlâhiyenin en lâtîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nuranîdir, aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk'a vüsûle vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî, pek çok müşkülâtla aşk-ı hakikîye inkılâp eder, Cenâb-ı Hakk'ı bulur. Öyle de, şefkat, fakat müşkülâtsız, daha kısa, daha safî bir tarzda, kalbi Cenâb-ı Hakk'a rapteder.
Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i iman ise, dünyadan yüzünü çevirir, Mün'im-i Hakikîyi bulur. Der ki: "Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe." Veledi nereye gitmişse, oraya karşı bir alâka peydâ eder, büyük mânevî bir hal kazanır.
Ehl-i gaflet ve dalâlet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım gayet sevdiği sevimli birtek çocuğunu sekeratta görüp, dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce, gaflet veya dalâlet neticesinde, mevti adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp, gaflet veya dalâlet cihetiyle, Erhamürrâhimînin cennet-i rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar meyusâne bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.
Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet, mü'mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı Rahîmi, onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlât yapacak. Müfarakat muvakkattir, merak etme.
اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّۤا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
de, sabret.
16/12/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Eşler arasındaki problemlerin çözümü adına Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den örnekler [Siyer - 49]
https://www.youtube.com/watch?v=v0Zk_dfXBm8
9/12/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Vefat eden çocuğu veren de onu Cennete alan da Allah’tır; ayrılık dahi geçicidir [Risale-i Nur - 64 | 17. Mektup - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=zsBAiTS9MMc
ON YEDİNCİ MEKTUP
İKİNCİ NOKTA
Bir zaman, bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına gönderilmiş. O biçare mahpus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatini temin edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra, merhametkâr hâkim ona bir adam gönderir, der ki:
"Şu çocuk çendan senin evlâdındır. Fakat benim raiyetim ve milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim."
O adam ağlar, sızlar, "Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim" der.
Ona arkadaşları der ki: "Senin teessürâtın mânâsızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufunetli, sıkıntılı zindana bedel, ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şüpheli bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebep olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. Padişah onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya celb edecek, çocukla görüştürecek—şu şartla ki, padişaha emniyetin ve itaatin varsa..."
İşte, şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü'minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli:
Şu veled mâsumdur; onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerîmdir. Benim nâkıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inâyet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü'l-Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kimbilir ne şekle girerdi! Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir olmuyorum. Çünkü dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlât muhabbeti temin edecekti. Eğer salih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennette on milyon sene bana evlât muhabbetine medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçi hükmüne geçer. Elbette ve elbette, meşkûk, muaccel bir menfaati kaybeden, muhakkak ve müeccel bin menfaati kazanan, elîm teessürat göstermez, meyusâne feryad etmez.
ÜÇÜNCÜ NOKTA
Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîmin mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün heyetiyle onun masnuu ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki, muvakkaten ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o hizmetlerine mukàbil, muaccel bir ücret olarak, lezzetli bir şefkat vermiş.
Şimdi, binden dokuz yüz doksan dokuz hisse sahibi olan o Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı ve hikmet olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse, surî bir hisse ile, hakikî bin hisse sahibine karşı şekvâyı andıracak bir tarzda meyusâne hüzün ve feryad etmek ehl-i imana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalâlete yakışıyor.
DÖRDÜNCÜ NOKTA
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî olsaydı, elîmâne teessürat ve meyusâne teellümâtın bir mânâsı olurdu. Fakat madem dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de, biz de oraya gideceğiz. Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem madem müfarakat dahi ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennette görüşülecektir. ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12.] اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ demeli. "O verdi, o aldı. Elhamdü lillâhi alâ külli hal" deyip sabırla şükretmeli.
…
2/12/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in aile hayatında iktisat, sadelik ve tevazuyu tercihi (2) [Siyer - 48]
https://www.youtube.com/watch?v=vTYkygC011U
25/11/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Bülûğ çağı öncesinde vefat eden evlât, Cennette ebeden sevimli bir çocuk kalacaktır [Risale-i Nur - 63 | 17. Mektup - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=EVTiKypROcs
... evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhametle onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesabına olduğunu gösteren alâmet ise, vefatlarında sabır ile şükürdür, meyusâne feryad etmemektir. "Hâlıkımın, benim nezaretime verdiği sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi.
Şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hâlıkı'na aittir. اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12] deyip teslim olmaktır. (32. Söz, 3. Mevkıf, 2. Mebhas, Mühim Bir Sual)
ON YEDİNCİ MEKTUP
Çocuk Taziyenâmesi
Kardeşim, çocuğun vefatı beni müteessir etti. Fakat, اَلْحُكْمُ لِلّٰهِ ["Hüküm Allah'ındır." Mü'min Sûresi, 40:12] kazaya rıza, kadere teslim İslâmiyetin bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak sizlere sabr-ı cemil versin; merhumu da, size zahîre-i âhiret ve şefaatçi yapsın. Size ve sizin gibi müttaki mü'minlere büyük bir müjde ve hakikî bir teselli gösterecek Beş Noktayı beyan ederiz.
BİRİNCİ NOKTA Kur'ân-ı Hakîm'de وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ ["Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar." Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19] sırrı ve meâli şudur ki: Mü'minlerin kablelbülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını; ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en lâtîf bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını; ve herbir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu; "Cennet tenasül yeri olmadığından, evlât muhabbeti ve okşaması olmadığını" diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlât sevmesine ve okşamasına bedel, sâfi, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlât sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu, şu âyet-i kerime, وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ (["Ebediyen yaşlanmayacak olan çocuklar." Vâkıa Sûresi, 56:17; İnsan Sûresi, 76:19] ) cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.
On Yedinci Mektup'a ait tüm dersler
Emine Eroğlu ile Risale-i Nur derslerinin tamamı
Reşit Haylamaz ile Siyer derslerinin tamamı
Süleyman Eriş (sohbetler)
19/11/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in aile hayatında iktisat, sadelik ve tevazuyu tercihi (1) [Siyer - 47]
https://www.youtube.com/watch?v=YYhKfEB_0GM
28/10/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Anne-baba hukukuna tam riayet, iki cihanda huzur ve saadet için çok mühim bir vesiledir [Risale-i Nur - 62 | 21. Mektup]
https://www.youtube.com/watch?v=mPbQ813hL7Y
Ey hanesinde ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil!
Dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukâbil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir.
...
Ey derd-i maişetle müptelâ olan insan! Bil ki, senin hanendeki bereket direği ve rahmet vesilesi ve musibet dâfiası, hanendeki o istiskal ettiğin ihtiyar veya kör akrabandır. Sakın deme, "Maişetim dardır, idare edemiyorum." Çünkü onların yüzünden gelen bereket olmasaydı, elbette senin dıyk-ı maişetin daha ziyade olacaktı. ...
Evet, kâinatın şehadetiyle, nihayet derecede Rahmân, Rahîm ve Lâtif ve Kerîm olan Hâlık-ı Zülcelâli ve'l-İkram, çocukları dünyaya gönderdiği vakit, arkalarından rızıklarını gayet lâtif bir surette gönderip ve memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi, çocuk hükmüne gelen ve çocuklardan daha ziyade merhamete lâyık ve şefkate muhtaç olan ihtiyarların rızıklarını dahi, bereket suretinde gönderir. ...
"Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." Zâriyat, 51:58.
"Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir." Ankebut, 29:60.
Hattâ değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlûkların rızıkları dahi bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek—o köyün ekmeği küçüktü—muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
İşte şu hal o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kat'î bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.
Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan, insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor. Öyle ise, mahlûkatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve valide, ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve vasıta-i rahmet ve "Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti" sırrıyla ne derece sebeb-i def-i musibet olduklarını sen kıyas eyle.
İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. "Her amel kendi cinsinden birşeyle karşılık görür." sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. ...
21/10/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Anne-babaya karşı hürmet ve şefkatin beş mertebesi [Risale-i Nur - 61 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=xmajLGxLb1Q
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas, Mühim bir sual
… Hem peder ve valideyi şefkatle teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine aittir.
O muhabbet ve hürmet, şefkat, Allah için olduğunun alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
اِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ اَحَدُهُمَۤا اَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُلْ لَهُمَۤا اُف
["Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, sakın onlara 'Öf' bile deme." İsrâ Sûresi, 17:23.]
âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evlâdı davet etmesi, Kur'ân'ın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir. Madem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek, valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Zira, münakaşa ya gıpta ve hasetten gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır. …
14/10/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî olana çevrilebilir [Risale-i Nur - 60 | 32. Söz, 3.Mevkıf, 2.Mebhas, Mühim Bir Sual - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=LMrPxDATdAQ
OTUZ İKİNCİ SÖZ
Üçüncü Mevkıf, İkinci Mebhas
Mühim bir sual: Diyorsunuz ki: "Muhabbet ihtiyarî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve valide ve evlâtlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbaplarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfât ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?"
Elcevap: Dört Nükteyi dinle.
BİRİNCİ NÜKTE
Muhabbet çendan ihtiyarî değil. Fakat, ihtiyar ile, muhabbetin yüzü bir mahbuptan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle, veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecazî mahbuptan hakikî mahbuba çevrilebilir.
İKİNCİ NÜKTE
Tâdât ettiğin sevdiklerini sevme demiyoruz. Belki onları Cenâb-ı Hakk'ın hesabına ve O'nun muhabbeti namına sev deriz.
Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîm'in in'âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün'im isimlerini sevmektir; hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet yalnız nefis hesabına olmadığını ve Rahmân namına olduğunu gösteren, meşru dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir.
7/10/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (s.a.v.)'in Zeyneb b. Cahş ve Meymûne b. Hâris (radıyallahu anhûma) ile izdivaçları [Siyer-46]
https://www.youtube.com/watch?v=71MsTJBjPPY
30/9/2021 • 0 minutos, 0 segundos
İnsan sınırsız muhabbetini yerinde sarfederek Hakikî Sahibi’ne vermeli [Risale-i Nur - 59 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=o7f1l3N1kmI
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL, BİRİNCİ MEYVE:
… Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, O’nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve’yi göster.
müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi' bir meskeni senin cismanî hevesâtına ihzar eden; ve sair esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsânâtını o Cennette sana müheyyâ eden; ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbûb-u Ezelî’nin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat O’nun bir cüz'î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbûb-u Ezelî’nin kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ
["De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin." Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.]
23/9/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiye (r.anhûma) ile izdivaçları [Siyer - 45]
https://www.youtube.com/watch?v=sezsoer9t3Y
16/9/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Muhabbeti nefse sarfetmek yerine, Mahbûb-u Ezelî'yi sevmek lâzımdır [Risale-i Nur - 58 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=7n1AhI-ChBw
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL, BİRİNCİ MEYVE:
…
Ey nefis, sen muhabbetini kendi nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine mâbud ve mahbup yapıyorsun. Her şeyi nefsine feda ediyorsun. Adeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi ya kemâldir—zira kemâl zâtında sevilir—yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis, birkaç Sözde kat'î ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibarıyla sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâl'in kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek, ey nefis, nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin yahut acımalısın veyahut, mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen—çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun—o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem'acıkla iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intıfâ ettiğin ve saadetleriyle mes'ut olduğun mevcudâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır—tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın, hem kemâl-i mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.
Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, O'nun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi yırt, Hüve'yi göster.
…
9/9/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sav)'in Zeyneb b. Huzeyme, Ümmü Habibe ve Meymûne b. Hâris (r. anhümâ) ile izdivaçları [Siyer - 44]
https://www.youtube.com/watch?v=nzekAD5M36s
2/9/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Aklın varsa bütün muhabbetleri Hakikî Sahibi’ne ver, belâlardan kurtul [Risale-i Nur - 57 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=UPZBRwlxCjA
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.
BİRİNCİ MEYVE: Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.
Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, O'nun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, O'nun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.
Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.
…
26/8/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kızlarını evlendirmesi; Hz. Hafsa (r.a.) ile izdivâcı [Siyer - 43]
https://www.youtube.com/watch?v=eWHydoZnqms
19/8/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Allah’tan korkmak, O’nun rahmetine sığınmaktır; büyük lezzeti vardır [Risale-i Nur - 56 | 24. Söz, 5. Dal, 1. Meyve - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=hptGZROJMKQ
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ
BEŞİNCİ DAL
Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.
BİRİNCİ MEYVE: Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.
İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlık'a müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.
Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.
Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)
Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.
Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem'asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.
Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah'tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.
…
12/8/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hz.Âişe vâlidemiz’in (radıyallahu anhâ) ilmî yönü [Siyer - 42]
https://www.youtube.com/watch?v=sJ72QGU4tXI
5/8/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Şefkat daha latîf, nezih, kuşatıcı, hâlis ve ivazsızdır; mecazî aşk ise ücret ister. [Risale-i Nur - 55 | 8. Mektup - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=Kkygdu5ZiaE
SEKİZİNCİ MEKTUP
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerinin بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيْمِ'e girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte tâliken, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim.
Kardeşim, ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubûdiyet ve iftikardır.
Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan İmam-ı Rabbânî'ye muhalif olarak diyorum ki:
Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın Yusuf aleyhisselâm'a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîm'in parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusûlüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd'a vesile-i vusûl olan aşk ise, Züleyha'nın Yusuf aleyhisselâm'a karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın hissiyatını ne derece Züleyha'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.
Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nev'inden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nev'inden değildir ki, kusur olsun."
Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.
Evet, şefkat bütün envâıyla lâtîf ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envâına tenezzül edilmiyor.
Hem şefkat pek geniştir. Bir zât, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi âyinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip herşeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu îlâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Meselâ biri demiş: "Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor." Hey âşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i Âzamın bir sahife-i nuranîsi olan güneşi böyle utandırıyorsun?
Hem şefkat hâlistir, mukabele istemiyor, sâfi ve ivazsızdır. Hattâ en âdi mertebede olan hayvânâtın yavrularına karşı fedakârâne, ivazsız şefkatleri buna delildir.
Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.
Demek, suver-i Kur'âniyenin en parlağı olan Sûre-i Yusuf'un en parlak nuru olan Hazret-i Yakup'un (a.s.) şefkati, ism-i Rahmân ve Rahîm'i gösterir ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir. Ve o elem-i şefkate devâ olarak da فَاللهُ خَيْرٌحَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ ["En iyi koruyucu Allah'tır; merhametlilerin en merhametlisi de Odur." Yusuf Sûresi, 12:64] dedirir.
29/7/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hz.Âişe vâlidemiz’in (radıyallahu anhâ) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) nezdindeki konumu [Siyer - 41]
https://www.youtube.com/watch?v=UV6sZwPxgKs
22/7/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Şefkat, sevgi ve aşktan çok daha keskin, parlak, ulvî ve nezihtir; rahmete vesiledir [Risale-i Nur - 54 | 8. Mektup - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=Orr5TQWo3ps
SEKİZİNCİ MEKTUP
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerinin بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيْمِ'e girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte tâliken, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim.
Kardeşim, ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerini öyle bir nur-u âzam görüyorum ki, bütün kâinatı ihata eder ve her ruhun bütün hâcât-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u âzam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubûdiyet ve iftikardır.
Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikîne, hattâ bir üstadım olan İmam-ı Rabbânî'ye muhalif olarak diyorum ki:
Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın Yusuf aleyhisselâm'a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvî ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete lâyıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazî mahbuplara ve mahlûklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı muallâ-yı nübüvvete lâyık düşmüyor. Demek, Kur'ân-ı Hakîm'in parlak bir i'câz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahîm'in vusûlüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Vedûd'a vesile-i vusûl olan aşk ise, Züleyha'nın Yusuf aleyhisselâm'a karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, Hazret-i Yakup aleyhisselâm'ın hissiyatını ne derece Züleyha'nın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.
Üstadım İmam-ı Rabbânî, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: "Mehâsin-i Yusufiye, mehâsin-i uhreviye nev'inden olduğundan, ona muhabbet ise mecazî muhabbetler nev'inden değildir ki, kusur olsun."
Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.
…
15/7/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Âişe vâlidemiz (radıyallahu anhâ) kaç yaşında evlendi? - 2 [Siyer - 40]
https://www.youtube.com/watch?v=MR16fTTt-Ik
- Âişe validemiz'in (radıyallahu anhâ) dokuz yaşında evlendiğine dair rivayetleri nasıl anlamalıyız?
- Âişe validemiz'in (radıyallahu anhâ) evlendiğinde 17 ila 19 yaşında olduğuna işaret eden bilgiler
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
8/7/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Tevhidin bir delili… Hayata ve ölüme iman sırrı ile bakışın iki cihan saadeti getirmesi… [Risale-i Nur - 53 | 8. Söz - 8]
https://www.youtube.com/watch?v=i_ggVjx35LU
SEKİZİNCİ SÖZ
… Ve o ağacın, birliğiyle beraber muhtelif başka başka meyveler vermesi ise, kudret-i Samedâniyenin sikkesine ve rubûbiyet-i İlâhiyenin hâtemine ve saltanat-ı Ulûhiyetin turrasına işarettir. Çünkü birtek şeyden herşeyi yapmak, yani, bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak, hem bir sudan bütün hayvanâtı halk etmek, [bkz. Enbiyâ Sûresi, 21:30.] hem basit bir yemekten bütün cihazât-ı hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber herşeyi birtek şey yapmak, yani, zîhayatın yediği gayet muhtelifü'l-cins taamlardan o zîhayata bir lâhm-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san'atlar, Zât-ı Ehad-i Samed olan Sultan-ı Ezel ve Ebedin sikke-i hassasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklit edilmez bir turrasıdır. Evet, bir şeyi her şey ve her şeyi bir şey yapmak, her şeyin Hâlıkına has ve Kadîr-i Külli Şey'e mahsus bir nişandır, bir âyettir.
Ve o tılsım ise, sırr-ı imanla açılan sırr-ı hikmet-i hilkattir. Ve o miftah ise, يَۤا اَللهُ لاَاِلٰهَ اِلاَّاللهُ ,اَللهُ لاٰۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ dur.
Ve o ejderha ağzı bahçe kapısına inkılâb etmesi ise işarettir ki, kabir, ehl-i dalâlet ve tuğyan için vahşet ve nisyan içinde zindan gibi sıkıntılı ve bir ejderha batnı gibi dar bir mezara açılan bir kapı olduğu halde, ehl-i Kur'ân ve iman için, zindan-ı dünyadan bostan-ı bekàya ve meydan-ı imtihandan ravza-i cinâna ve zahmet-i hayattan rahmet-i Rahmân'a açılan bir kapıdır. Ve o vahşî arslanın dahi munis bir hizmetkâra dönmesi ve musahhar bir at olması ise, işarettir ki, mevt, ehl-i dalâlet için, bütün mahbubâtından elîm bir firak-ı ebedîdir. Hem kendi cennet-i kâzibe-i dünyeviyesinden ihraç ve tard ve vahşet ve yalnızlık içinde zindan-ı mezara idhal ve hapis olduğu halde, ehl-i hidayet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbaplarına kavuşmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarına ve ebedî makam-ı saadetlerine girmeye vasıtadır. Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna bir davettir. Hem Rahmân-ı Rahîmin fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanın talim ve talimâtından bir paydostur.
Elhasıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zahiren bir cennet içinde olsa da, mânen cehennemdedir. Ve her kim hayat-ı bâkıyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da, dünyasını Cennetin intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder.
Allah'ım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve iman ehlinden eyle Âmin. Allahım, Efendimiz Muhammed'e ve âline ve ashâbına, Kur'ân'ın ilk indiği günden kıyametin kopmasına kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarında Rahmân'ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri sayısınca salât ve selâm et. Ve bunlar adedince, bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün mü'minlere rahmetinle merhamet et, ey merhamet edenlerin en merhametlisi. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
1/7/2021 • 0 minutos, 0 segundos
İbretli hikâyedeki temsillerin izahı ve din, dünya, insan ve iman hakikatlerine tatbiki [Risale-i Nur - 52 | 8. Söz - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=vh7np72kFpc
SEKİZİNCİ SÖZ
… Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!
Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur'ân'ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.
Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eğer fehmettinse, hakikat-i din ve dünya ve insan ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim; incelerini sen kendin istihrac et.
İşte, bak: O iki kardeş ise, biri ruh-u mü'min ve kalb-i salihtir. Diğeri ruh-u kâfir ve kalb-i fâsıktır. Ve o iki tarikten sağ ise, tarik-i Kur'ân ve imandır. Sol ise, tarik-i isyan ve küfrandır.
Ve o yoldaki bahçe ise, cemiyet-i beşeriye ve medeniyet-i insaniye içinde muvakkat hayat-ı içtimaiyedir ki, içinde hayır ve şer, iyi ve fena, temiz ve pis şeyler beraber bulunur. Âkıl odur ki, "Huz mâ safâ, da' mâ keder" kaidesiyle amel eder, selâmet-i kalble gider.
Ve o sahrâ ise, şu arz ve dünyadır. Ve o arslan ise, ölüm ve eceldir. Ve o kuyu ise, beden-i insan ve zaman-ı hayattır. Ve o altmış arşın derinlik ise, ömr-ü vasatî ve ömr-ü galibî olan altmış seneye işarettir. Ve o ağaç ise, müddet-i ömür ve madde-i hayattır. Ve o iki siyah ve beyaz hayvan ise gece ve gündüzdür.
Ve o ejderha ise, ağzı kabir olan tarik-i berzahiye ve revâk-ı uhreviyedir. Fakat o ağız, mü'min için, zindandan bir bahçeye açılan bir kapıdır.
Ve o haşerat-ı muzırra ise, musibât-ı dünyeviyedir. Fakat, mü'min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazât-ı İlâhiye ve iltifatât-ı Rahmâniye hükmündedir.
Ve o ağaçtaki yemişler ise, dünyevî nimetlerdir ki, Cenâb-ı Kerîm-i Mutlak, onları âhiret nimetlerine bir liste, hem ihtar edici, hem müşabihleri, hem Cennet meyvelerine müşterileri davet eden nümuneler suretinde yapmış. [bkz. Bakara Sûresi, 2:25.]
24/6/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hangi dualar daha makbuldür? Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tavsiye ettiği bazı dualar [Sohbetler - 04]
https://www.youtube.com/watch?v=YW1cZ-OWqfY
17/6/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Âişe vâlidemiz (radıyallahu anhâ) kaç yaşında evlendi? - 1 [Siyer - 39]
https://www.youtube.com/watch?v=WziygZi-LXY
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
10/6/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hakikat güzeldir; "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" hükmünün bir tezahürü [Risale-i Nur - 51 | 8. Söz - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=b8YPT6lXMRw
SEKİZİNCİ SÖZ
… İşte ey tembel nefsim ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz, bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık nasıl fenalık getirir, görelim, bilelim.
Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor. Ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.
Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir marifet içinde garip şeyleri seyir ve temâşâ ediyor.
Hem o bedbaht, vahşet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor.
Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.
Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliğiyle kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir.
Ve şu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemâline hürmet eder, rahmetine müstehak olur. İşte, "Fenalığı kendinden, iyiliği Allah'tan bil" [Nisâ Sûresi, 4:79] olan hükm-ü Kur'ânînin sırrı zâhir oluyor.
Daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen, anlayacaksın ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir mânevî cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.
…
3/6/2021 • 0 minutos
Hazreti Âişe (radıyallahu anhâ) vâlidemizin evlilik yaşına dair farklı rivayetlerin sebepleri [Siyer - 38]
https://www.youtube.com/watch?v=mX6A1eY6jZs
Konu ile ilgili detaylı çalışmaya https://books.google.com/books/about/%C3%82%C4%B0%C5%9EE_V%C3%82L%C4%B0DEM%C4%B0Z_rad%C4%B1yallahu_anh%C3%A2.html?id=IriVDgAAQBAJ adresinden ulaşabilirsiniz.
27/5/2021 • 0 minutos, 0 segundos
İki kardeşin "kuyu"daki halleri: İyilik nasıl iyiliği, fenalık nasıl fenalığı getirir? [Risale-i Nur - 50 | 8. Söz - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=FDsHRV5i71Q
SEKİZİNCİ SÖZ
… "Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum."
Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şahane, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki, ejderha ağzı o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha iki hizmetkâr suretini giydiler ve onu içeriye davet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.
İşte ey tembel nefsim ve ey hayalî arkadaşım! Geliniz, bu iki kardeşin vaziyetlerini muvazene edelim. Ta, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık nasıl fenalık getirir, görelim, bilelim.
Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır, titriyor. Ve şu bahtiyar ise, meyvedar ve revnaktar bir bahçeye davet edilir.
Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor. Ve şu bahtiyar ise, leziz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir marifet içinde garip şeyleri seyir ve temâşâ ediyor.
Hem o bedbaht, vahşet ve meyusiyet ve kimsesizlik içinde azap çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor.
Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor.
Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder.
…
20/5/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hz. Sevde ile evlenmesi ve Hz. Âişe ile nişanlanması [Siyer - 37]
https://www.youtube.com/watch?v=ug3x0GZVjPY
13/5/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Nizamı tercih eden güzel ahlâklı, akıllı kardeşin emniyetli yolculuğu ve çözdüğü tılsım [Risale-i Nur - 49 | 8. Söz - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=JXKo0qWMXlY
SEKİZİNCİ SÖZ
… İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.
İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti.
Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.
Sonra, git gide, bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahrâ-i azîmeye girdi. Birden, hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Fakat biraderi kadar korkmadı. Çünkü, hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle, "Şu sahrânın bir hâkimi var. Ve bu arslan o hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var" diye düşünüp tesellî buldu. Fakat yine kaçtı. Ta altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rast geldi, kendini içine attı. Biraderi gibi, ortasında bir ağaca eli yapıştı, havada muallâk kaldı. Baktı, iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi, bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti—fakat kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünkü güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş; ve güzel fikir ise, ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor. İşte, bu sebepten şöyle düşündü ki:
"Bu acip işler birbiriyle alâkadardır. Hem bir emirle hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise bu işlerde bir tılsım vardır. Evet, bunlar bir gizli hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim. O gizli hâkim bana bakıyor, beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevk edip davet ediyor."
Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş'et eder ki: "Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acip yolla bir maksada sevk eden kimdir?"
…
6/5/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hz. Hatice’yi vefatı sonrasında da sürekli yâd edişi [Siyer - 036]
https://www.youtube.com/watch?v=HdN1SGNj3i8
29/4/2021 • 0 minutos, 0 segundos
'Serbestliği' tercih ederek zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden adamın yolculuğu [Risale-i Nur - 048 | 8. Söz - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=3-uUOAWoVVQ
SEKİZİNCİ SÖZ
Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."
Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:
İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi.
Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var.
İşte, şu adam, sû-i fehminden, akılsızlığından anlamıyor ki, bu adi bir iş değildir. Bu işler tesadüfî olamaz. Bu acip işler içinde garip esrar var. Ve pek büyük bir işleyici var olduğunu intikal etmedi. Şimdi bunun kalbi ve ruh ve aklı şu elîm vaziyetten gizli feryad ü figan ettikleri halde, nefs-i emmâresi, güya birşey yokmuş gibi tecâhül edip, ruh ve kalbin ağlamasından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak, bir bahçede bulunuyor gibi, o ağacın meyvelerini yemeye başladı. Halbuki o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.
Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurmuş: اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بى Yani, "Kulum Beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim." İşte bu bedbaht adam, sûizan ve akılsızlığıyla, gördüğünü adi ve ayn-ı hakikat telâkki etti ve öyle de muamele gördü ve görüyor ve görecek. Ne ölüyor ki kurtulsun, ne de yaşıyor; böylece azap çekiyor. Biz de şu meş'umu bu azapta bırakıp döneceğiz. Ta öteki kardeşin halini anlayacağız.
İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor.
İşte şu mübarek akıllı zât gidiyor. Fakat biraderi gibi sıkıntı çekmiyor. Çünkü güzel ahlâklı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder, kendi kendine ünsiyet eder. Hem biraderi gibi zahmet ve meşakkat çekmiyor. Çünkü nizamı bilir, tebaiyet eder, teshilât görür. Asayiş ve emniyet içinde serbest gidiyor. İşte, bir bahçeye rast geldi. İçinde hem güzel çiçek ve meyveler var; hem bakılmadığı için murdar şeyler de bulunuyor. Kardeşi dahi böyle birisine girmişti.
Fakat murdar şeylere dikkat edip meşgul olmuş, midesini bulandırmış, hiç istirahat etmeden çıkıp gitmişti. Bu zât ise, "Her şeyin iyisine bak" kaidesiyle amel edip, murdar şeylere hiç bakmadı. İyi şeylerden iyi istifade etti. Güzelce istirahat ederek çıkıp gidiyor.
…
22/4/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Hatice’nin Efendimiz’e daima destek oluşu ve Şib'i-i Ebu Talib günleri sonrasındaki vefatı [Siyer - 035]
https://www.youtube.com/watch?v=Yx8H7uuy17c
15/4/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Seyahat eden iki kardeş ve yol ayrımında aldıkları nasihat sonrasındaki zıt tercihleri [Risale-i Nur - 047 | 8. Söz - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=YoUbCmq0Fco
SEKİZİNCİ SÖZ
Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler. Ondan sordular: "Hangi yol iyidir?" O dahi onlara dedi ki: "Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir."
Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola "Tevekkeltü alâllah" deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:
İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi. Birden müthiş bir sada işitti. Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor. O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi.
Korkusundan kendini içine attı. Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı. Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var. İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar. Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor. Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir. Başını kaldırmış, otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir. Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar. Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır. Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var.
…
8/4/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in evliliklerindeki sebep ve hikmetlerden bazıları [Siyer - 034]
https://www.youtube.com/watch?v=eynKIKLhkWw
1/4/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Ölüm karşısındaki duruşu resmeden ve asırlardır birçok gelenekte yer alan bir hikâyecik [Risale-i Nur - 046 | 8. Söz - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=nMkVSWrstl0
Sekizinci Söz’deki, ölüm gerçeği karşısında hayatın anlamını sorgulatan temsili hikâyecik, Üstad Bediüzzaman tarafından “Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan güzel ve parlak bir temsil” olarak tarif edilir.
Aynı meselin izlerini Budist kaynaklarında ve Hıristiyan gelenekteki Barlaam ve Josaphat adlı eserde de bulmak mümkündür. Tolstoy’un İtiraflarım adlı eserinde de yer alan bu metaforik hikâye, 1997 yapımı Anna Karenina filminde de başlangıç fragmanı olarak da kullanılmıştır.
…
Sözler, Fihrist, Sekizinci Söz: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ ve اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ âyetlerinin mealinde mahiyet-i dünya ve dünyada mahiyet-i insan ve insanda mahiyet-i din hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını (Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan) güzel ve parlak bir temsil ile tefsir etmekle beraber, dünyanın mahiyetini ve dünyadaki ruh-u insanı ve insandaki dinin kıymetini göstermekle beraber, dinsiz insan en bedbaht mahluk olduğunu ispat etmekle ve şu âlemin tılsımını açan ve ruh-u beşeri zulümattan kurtarmak çarelerini göstermekle beraber, gayet latîf ve güzel bir muvazene ile fâsık olan bedbaht adamın müthiş vaziyetini, salih olan bahtiyar adamın saadetli vaziyetini gösteriyor.
SEKİZİNCİ SÖZ
Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:
Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler.
…
25/3/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Dua âdâbı - Zekeriyyâ aleyhisselâm’ın Meryem Sûresi’nde nakledilen makbul duasındaki bazı ölçüler… [Sohbetler - 03]
https://www.youtube.com/watch?v=cKOSVVaIWnc
MERYEM SÛRESİ (19/1-9. âyetler)
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
2 – Bu, Senin Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan lütuf ve ihsanının anlatımıdır.
3 – O Rabbine gizlice seslenip şöyle niyaz etmişti:
4 – “Ya Rabbî, iyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı, eridi, başımdaki saçlarım ağardı, beyaz alevler gibi tutuştu. Ya Rabbî, Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım, bedbaht olmadım.”
5-6 – Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim. Eşim de kısır! Bana lütf-u kereminden öyle bir varis nasib et ki bana da, Yâkub hanedanına da varis olsun. Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbi!”
7 – “Zekeriyya! buyurdu Allah. Biz, sana adı Yahya olacak bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce, kimseyi ona adaş yapmadık (Bu adı alan olmadı).”
8 – “Ya Rabbî, dedi, nasıl olur benim çocuğum olabilir ki eşim kısır, ben ise bir pîr-i faniyim.”
9 – Melek dedi: “Öyledir, fakat Rabbin buyurdu ki: Bunu yapmak bana pek kolay! Nitekim seni yoktan var eden de Ben değil miyim?”
18/3/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Yatsı namazındaki, Fâtiha Sûresi’ndeki, rukûdaki ve secdedeki mânâlardan bazıları… [Risale-i Nur - 045 | 9. Söz - 12]
https://www.youtube.com/watch?v=qJiKQWideIo
Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.
… İşte, nihayetsiz âciz, zayıf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümâtına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisât içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer, yatsı namazını kılmak için şu mânâdaki işâda,
· İbrahimvâri لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ deyip, Mâbûd-u Lemyezel, Mahbûb-u Lâyezâl'in dergâhına namazla iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde bir Bâkî-i Sermedî ile münâcât edip, bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudâtın ve ahbabının firak ve zevâlinden neş'et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahmân-ı Rahîmin iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek;
· hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp;
· hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek,
· yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mâbud ve Mahbûb-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak;
· hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm ve Kerîm olan Rabbü'l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hem اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ 'e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِي demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek;
· hem اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek;
· hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu Ekber deyip rukûa varmak;
· hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti' nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-iكُنْ فَيَكُونُ 'dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.
11/3/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hz. Hatice (ra) Validemizle izdivaçlarına giden süreç [Siyer - 033]
https://youtu.be/R0gmdMCJAwQ
4/3/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Kadının cahiliyedeki ve İslam’daki konumu… Kız çocuklarının diri diri gömülmesi ve Hz. Ömer (ra)… [Siyer - 032]
https://youtu.be/9FNhW_hU5v4
- Kız çocuklarının diri diri gömülmesi âdeti nasıl başlamıştır?
- Hz. Ömer (radıyallahu anh) kızını diri diri toprağa gömmüş müdür? Bu konudaki rivayetlerin sebebi ve aslı nedir?
Onlardan birine bir kızının dünyaya geldiği müjdelenince, öfkesinden ve üzüntüsünden, yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır. Şimdi ne yapsın! Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak hayatta mı bıraksın, yoksa toprağa mı gömsün, ne yapsın? diye kara kara düşünür! Dikkat ediniz, ne fena hükümlerdi verdikleri bu hükümler! (Nahl Sûresi, 16:58-59.)
25/2/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Teşehhüdün ve Ettahiyyatü duasının manaları… Fâniliklerin tesellisi olan karar noktası… [Risale-i Nur - 044 | 9. Söz - 11]
https://youtu.be/PhKZBx1v9LM
DOKUZUNCU SÖZ - BEŞİNCİ NÜKTE
… sonra teşehhüd edip, oturup, bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekremine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam-ı hakîmânesini müşahedeedip Sâni-i Zülcelâlin vahdâniyetine şehadet etmek;
· hem saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın risaletine şehadet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir?
İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü'l-Leyli ve'n-Nehâr [bkz. Nur Sûresi, 24:44] olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sahifesini kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki Musahhıru'ş-Şemsi ve'l-Kamer [bkz. Râ'd Sûresi, 13:2] olan Hakîm-i Zülkemâl'in icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır.
Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayat'ın şuûnât-ı İlâhiyesini andırır.
Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvât'ın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.
Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mâbud ve Mahbûb-u Hakikîsi o Zât olabilir ki, gece-gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sahifeleri gibi suhuletle çevirir, yazar, bozar, değiştirir, bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir.
18/2/2021 • 0 minutos, 0 segundos
İslam öncesi Mekke… Cahiliye toplumunda dinin dünya adına içinin boşaltılarak suistimali… Hanifler… [Siyer - 031]
https://youtu.be/LB-kF_pT6Zg
11/2/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Akşam vaktindeki ikaz… Kıyam, rükû ve secdenin manaları… Fâtiha’da neden 'Biz' diyoruz? [Risale-i Nur - 043 | 9. Söz - 10]
https://youtu.be/pYnicYaS_1g
DOKUZUNCU SÖZ - BEŞİNCİ NÜKTE
… Mağrib vaktinde ki, o zaman hem kışın başlamasında yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlûkatının vedâ-yı hazinânesi içinde gurub etmesinin zamanını andırır. Hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır. Hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dar-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır ve zevâlde gurub eden mahbuplara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir vakittir.
İşte, akşam namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer,
· şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip; اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubûdiyet ve istiâne etmek;
· hem nihâyetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve aczsiz izzetine karşı rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar etmekle سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَظِيمُ deyip, Rabb-i Azîmini tesbih edip;
· hem zevâlsiz cemâl-i Zâtına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulup سُبْحَانَ رَبِّىَ اْلاَعْلٰى demekle zevâlden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek; sonra teşehhüd edip, oturup, …
4/2/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Herkesi kendi konumunda kabul etmek, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir uygulamasıdır [Siyer - 030]
https://www.youtube.com/watch?v=pDtzAZ_mk_U
28/1/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Öğle namazı kemâle hamd ve ruha teneffüs; asr namazı rahmete iltica ve kalbe tesellidir [Risale-i Nur - 042 | 9. Söz - 9]
https://www.youtube.com/watch?v=NrNuQg-ruwY
DOKUZUNCU SÖZ - BEŞİNCİ NÜKTE
… Ve zuhr zamanında—ki o zaman gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâğilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fâni dünyanın bekàsız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in'âmât-ı İlâhiyenin tezahür ettiği bir andır—ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekàsız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün'im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazını kılmak ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasip olduğunu anlamayan insan, insan değil...
Asr vaktinde ki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunânesini ve âhir zaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlattırır. Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır. Şimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan, kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyûm-u Sermedînin dergâh-ı Samedâniyesine arz-ı münacat ederek, zevâlsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i Rububiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek, hakikî bir teselli-i kalp, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubûdiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu, insan olan anlar.
21/1/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hayber ve sonrası…Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Hz. Safiyye annemiz ile izdivaçları [Siyer - 029]
https://www.youtube.com/watch?v=67PWyBrdgHM
14/1/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Âciz ve fakir insanın namazla Allah’tan tevfik ve medet istemesi elzemdir…Seher vakti… [Risale-i Nur - 041 | 9. Söz (8)]
https://www.youtube.com/watch?v=fPaz8rcuEWs
DOKUZUNCU SÖZ - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
… İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makul ve lâzım ve kat'i ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat'iyettedir.
Demek, bu beş vaktin herbiri bir mühim inkılâp başında olduğu ve büyük inkılâpları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mucizâtını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubûdiyet ve kat'i borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve enseptir.
BEŞİNCİ NÜKTE
İnsan fıtraten gayet zayıftır. Halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder.
Hem gayet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tembel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firakı, mütemadiyen onu incitiyor. Hem akıl ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır.
İşte, bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına niyazla, namazla müracaat edip arzıhal etmek, tevfik ve medet istemek ne kadar elzem; ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinat olduğu bedâheten anlaşılır. …
7/1/2021 • 0 minutos, 0 segundos
Hendek Savaşı’nda Benî Kureyza Yahudileri’nin ihaneti ve cezalandırılmaları esnasında yaşananlar [Siyer - 028]
https://www.youtube.com/watch?v=cQHPyiCw2F0
31/12/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Yatsı namazı vakti tamamen unutulmayı, teheccüd namazı vakti berzah hayatını hatırlatır [Risale-i Nur - 040 | 9. Söz - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=2olRSM7sDwk
DOKUZUNCU SÖZ - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
…
İşâ vakti ise, âlem-i zulümat nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeniyle setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.
Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder.
…
24/12/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Yahudilerin Medine Anlaşması'nı bozması sonrası Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tavrı [Siyer - 027]
https://www.youtube.com/watch?v=9IeqkB_psY4
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine'ye teşrif ettiklerinde, nüfusun yaklaşık %40'ını oluşturan dokuz Yahudi kabilesi ile de bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmanın Beni Kaynuka, Beni Nadr ve Beni Kurayza tarafından bozulması karşısında Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tavrı ne olmuştur?
17/12/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İkindi namazı vakti sona erme eğilimini, akşam namazı vakti ölümü ve sonları hatırlatır [Risale-i Nur - 039 | 9. Söz - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=5RPh7CgXxMo
DOKUZUNCU SÖZ - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
…
Asr zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Âhirzaman Peygamberinin (aleyhissalâtü vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in'âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder.
Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlûkatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet iptidasındaki harabiyetini ihtar ile tecelliyât-ı celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.
…
10/12/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Eşya ve hadiseleri doğru okuma adına, Hz. Musa ile Hızır aleyhisselam’ın kıssasından bazı dersler [Sohbetler - 02]
https://www.youtube.com/watch?v=ebBzOvX7J7k
Hz. Musa, bir münacatında kendisinden istifade edebileceği daha bilgili bir insan olup olmadığını Cenâb-ı Hakk’a sorar. Cenâb-ı Hak, Hz. Musa’ya, böyle bir kişi olduğunu ve onu görmek için de “Mecmaü’l-Bahreyn”e kadar gitmesini vahyeder.
Bu yolculukta, Hz. Musa insanlık âleminin zahirini, Hz. Hızır ise bâtınını ve hadiselerdeki manâyı ve asıl hikmeti temsil eder.
Hz. Hızır'in yaptığı şeyler işin zâhirine göre hep hatadır, bu itibarla da her defasında Hazreti Musa’nın itirazı olur. Ancak, hadiseleri anlamak, zahir ile bâtını birlikte görmeyi gerektirdiği için, Cenab-ı Allah bu yolculukla Hz. Musa'ya bir bakıma seyr u sülûkünü tamamlatır.
bkz.
Kehf Sûresi, 18/60-82.
3/12/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Sabah namazı vakti başlangıçları, öğle namazı vakti kemâlâtı hatırlatır [Risale-i Nur - 038 | 9. Söz - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=6ZlpkPgL0ds
DOKUZUNCU SÖZ
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
... Fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtar eder. ...
Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nimeti hatırlatır. ...
26/11/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in münafıklarla olan muamelesi - Uhud Savaşı ve münafıklar [Siyer - 026]
https://www.youtube.com/watch?v=BkpNO31HZB8
19/11/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Doğrusal zaman ve helezonik zaman tasavvurları - Zamanın daireleri ve namazla bölünmesi [Risale-i Nur - 037 | 9. Söz - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=kRNQmU_y7qg
DOKUZUNCU SÖZ
DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Nasıl ki haftalık bir saatin saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakk'ın bir saat-i kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar.
12/11/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Medine'deki Yahudiler ile temaslarına bazı örnekler [Siyer - 025]
https://www.youtube.com/watch?v=K2hL7yawES0
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in zırhının bir Yahudi'de rehin kalması nasıl yorumlanabilir?
- Medine'de Yahudiler ile yapılan anlaşma
- Yahudilerin kendi aralarında anlaşamadıkları konularda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e müracaat etmeleri
- Tevrat'a ve Hz. Musa Aleyhisselam'a sayg ıda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in örnek tavırları
5/11/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Namaz, tüm ibadet çeşitlerini içine alır ve bütün varlıkların ibadetlerine işaret eder [Risale-i Nur - 036 | 9. Söz - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=t-EGoxON_5g
DOKUZUNCU SÖZ
İKİNCİ NÜKTE
İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdü lillâh ile ilân etsin.
Demek, namazın ef'âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır ve Fâtiha-i Şerife şu Kur'ân-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir.
29/10/2020 • 0 minutos
Hicret öncesi Medine'deki toplumsal yapı [Siyer - 024]
https://www.youtube.com/watch?v=cLW96Trkm5w
22/10/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İbadetin mânâsı: Kulun kendi acz ve fakrını görüp Allah’a hayret ve muhabbetle secdesi [Risale-i Nur - 035 | 9. Söz - 2]
https://www.youtube.com/watch?v=w0L-ssygMkM
DOKUZUNCU SÖZ - İKİNCİ NÜKTE
İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin.
Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdü lillâh ile ilân etsin.
Demek, namazın ef'âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler.
15/10/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Süheyl bin Amr, Safvan bin Ümeyye ve İkrime bin Ebu Cehil'in (r. anhüm) Müslüman oluşları [Siyer - 023]
https://www.youtube.com/watch?v=m--9V4fbMHc
8/10/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Namazın mânâsı ve çekirdekleri: Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve tâzim ve şükür [Risale-i Nur - 034 | 9. Söz - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=eD5ukb5DTN4
DOKUZUNCU SÖZ
فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
["Haydi siz akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd ve övgü Ona mahsustur. İkindi vaktinde de ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın." Rum Sûresi, 30/17-18.]
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz. Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım.
Birinci Nükte
Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani,
· celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek;
· hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek;
· hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmektir.
Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir.
İkinci Nükte
İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir.
Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. Rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin.
…
1/10/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Medine'deki Yahudiler ile temaslarına bazı örnekler [Siyer - 022]
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in zırhının bir Yahudi'de rehin kalması nasıl yorumlanabilir?
- Medine'de Yahudiler ile yapılan anlaşma
- Yahudilerin kendi aralarında anlaşamadıkları konularda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e müracaat etmeleri
- Tevrat'a ve Hz. Musa Aleyhisselam'a saygıda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in örnek tavırları
https://www.youtube.com/watch?v=K2hL7yawES0
24/9/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Nimetleri yaratılış maksatları doğrultusunda kullanabilmek ve israfa girmemek [Risale-i Nur - 033 | İktisat Risalesi - 9]
https://www.youtube.com/watch?v=TkyoVop5ft0
17/9/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hudeybiye Antlaşması’nın bozulması… Ebu Süfyan (r.a.)’ın müslüman oluşu…Mekke’nin fethi… [Siyer - 021]
https://www.youtube.com/watch?v=_dGgvT9qnlI
10/9/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İktisat şevk, şükür ve bereketi artırır…Tıp ilminin özeti…İktisadın kerameti… [Risale-i Nur - 032 | İktisat Risalesi - 8]
https://www.youtube.com/watch?v=biRT1E-pdTk
19. LEM'A - 7. NÜKTE
İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir:
Birinci Netice: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa'ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malı terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder.
İkinci Netice: Haybet ve hasârettir. Maksudunu kaçırmak ve istiskale mâruz kalıp teshilât ve muavenetten mahrum kalmak, hattâ "Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir" olan darbımesele mâsadak olur.
Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.
Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir. Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder.
["Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer."] hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intaç eder. Hem sa'ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz'î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.
Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.
İktisatsızlık ve israfın dehşetli zararlarını geniş bir dairede müşahede ettim. Şöyle ki:
Ben, dokuz sene evvel mübarek bir şehre geldim. Kış münasebetiyle o şehrin menâbi-i servetini göremedim. Allah rahmet etsin, oranın müftüsü birkaç defa bana dedi: "Ahalimiz fakirdir." Bu söz benim rikkatime dokundu. Beş altı sene sonraya kadar, daima o şehir ahalisine acıyordum.
Sekiz sene sonra yazın yine o şehre geldim. Bağlarına baktım. Merhum müftünün sözü hatırıma geldi. "Fesübhânallah," dedim. "Bu bağların mahsulâtı, şehrin hâcetinin pek fevkindedir. Bu şehir ahalisi pek çok zengin olmak lâzım gelir." Hayret ettim. Beni aldatmayan ve hakikatlerin derkinde bir rehberim olan bir hatıra-i hakikatle anladım: İktisatsızlık ve israf yüzünden bereket kalkmış ki, o kadar menâbi-i servetle beraber, o merhum müftü "Ahalimiz fakirdir" diyordu. Evet, zekât vermek ve iktisat etmek, malda bittecrübe sebeb-i bereket olduğu gibi, israf etmekle zekât vermemek, sebeb-i ref-i bereket olduğuna hadsiz vakıat vardır.
İslâm hükemasının Eflâtun'u ve hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dâhi-i meşhur ibni Sina, yalnız tıp noktasında, كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَ تُسْرِفُوا ["Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz." (A'râf Sûresi, 7/31)] âyetini şöyle tefsir etmiş. Demiş: ilm-i tıbbı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört-beş saat kadar daha yeme. Şifa hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, taam taam üstüne yemektir.
Câ-yı hayret ve medar-ı ibret bir tevafuk: İktisat Risalesi'ni, üçü acemî olarak, beş-altı ayrı ayrı müstensih, ayrı ayrı yerde, ayrı ayrı nüshadan yazıp, birbirinden uzak, hatları birbirinden ayrı, hiç elif'leri düşünmeyerek yazdıkları herbir nüshanın elif'lerinin tevafuku ise, şüphesiz tesadüf olamaz. İktisattaki bereketin keramet derecesine çıktığına bir işarettir.
Evet, zaman, iki sene sonra bu keramet-i iktisadiyeyi, İkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlık ve tahribat ve israfatla ve nev-i beşer ve herkes iktisada mecbur olmasıyla ispat etti.
3/9/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Mekke'nin fethine giden süreçte gönüllerin fethi adına yapılan hamlelerden bazıları [Siyer - 020]
https://www.youtube.com/watch?v=1sAxt2ELnvE
27/8/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hırs, ihlâsı, kanaati ve izzeti kırar, riyâ, şekvâ ve zillet kapılarını açar [Risale-i Nur - 031 | İktisat Risalesi - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=leHf2MPaRk8
ON DOKUZUNCU LEM'A - YEDİNCİ NÜKTE
Üçüncü Netice: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir.
Elhasıl, israf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir. HAŞİYE Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir.
İktisat ise, kanaati intaç eder.
عَزَّ مَنْ قَنَعَ ذَلَّ مَنْ طَمَعَ [Kanaat eden aziz olur; tamah eden zillete düşer.] hadisin sırrıyla, kanaat, izzeti intaç eder. Hem sa'ye ve çalışmaya teşcî eder. Şevkini ziyadeleştirir, çalıştırır. Çünkü, meselâ bir gün çalıştı. Akşamda aldığı cüz'î bir ücrete kanaat sırrıyla, ikinci gün yine çalışır. Müsrif ise, kanaat etmediği için, ikinci gün daha çalışmaz. Çalışsa da şevksiz çalışır.
Hem iktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur. Hem kanaat vasıtasıyla insanlardan istiğnâ etmek cihetinde, teveccühlerini aramaz. İhlâs kapısı açılır, riyâ kapısı kapanır.
Haşiye: Evet, hangi müsrifle görüşsen, şekvâlar işiteceksin. Ne kadar zengin olsa da yine dili şekvâ edecektir. En fakir, fakat kanaatkâr bir adamla görüşsen, şükür işiteceksin.
20/8/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hırs kanaatsizlik, tembellik, şükürsüzlük, hüsran ve başarısızlığa sebep olur [Risale-i Nur - 030 | İktisat Risalesi - 6]
https://www.youtube.com/watch?v=4hYNszaMSkQ
13/8/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (s.a.v.)'in Mekkelilerle yakınlık kurma çabaları ve Ümmü Habibe (r.a.) ile izdivaçları [Siyer - 019]
https://www.youtube.com/watch?v=3_zl2sWWm50
6/8/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hayır ve ihsanda israf yoktur; israfta hayır yoktur - İktisat hısset değildir [Risale-i Nur - 029 | İktisat Risalesi - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=JStzXB0u_Ck
19. LEM'A - 5. NÜKTE
Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedâya, yani fakire, padişah gibi, lezzet-i nimetini ihsas ettiriyor. Evet, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en âlâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.
Câ-yı hayrettir ki, bazı müsrif ve mübezzir insanlar, böyle iktisatçıları hısset ile ittiham ediyorlar. Hâşâ! İktisat, izzet ve cömertliktir. Hısset ve zillet, ehl-i israf ve tebzîrin zâhirî merdâne keyfiyetlerinin içyüzüdür. Bu hakikati teyid eden bir vakıa:
Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem 2,5 okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şâbân-ı Şerif ve Ramazan'da o baldan iktisatla 30-40 gün üç adam yesin ve getiren de sevap kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, "Alınız" dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan, bir cihette ulvî bir hasletle iktisadı unuttular. Üç gecede 2,5 okka balı bitirdiler. Gülerek: "Sizi 30-40 gün o bal ile tatlandıracaktım. 30 günü üçe indirdiniz. Afiyet olsun!" dedim. Fakat, kendi o bir okka balımı iktisatla sarf ettim. Bütün Şâban ve Ramazan'da hem yedim, hem, lillâhilhamd, o kardeşlerimin herbirisine iftar vaktinde birer kaşık verip mühim sevaba medar oldu.
O halimi gören belki hısset, öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmertlik telâkki edebilir. Fakat, hakikat noktasında, o zâhirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevap gizlendiğini gördük. Ve o civanmertlik ve israf altında, eğer vazgeçilmeseydi, bir dilencilik ve gayrın eline tamahkârâne ve muntazırâne bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir hâleti netice verirdi.
6. NÜKTE
İktisat ve hıssetin çok farkı var. Tevazu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memdûhadır. Öyle de, ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizam-ı hikmet-i İlâhiyenin medarlarından olan iktisat ise, sefillik ve bahillik ve tamahkârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız sureten bir benzeyiş var.
Sahabenin en mümtazlarından olan Abdullah ibni Ömer (r.a.) Hazretleri çarşı içinde, alışverişte, 40 paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe onun 40 para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek ahvâlini anlamak ister.
Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakiri gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.
O Sahabe, "Fesübhânallah! Çarşı içinde 40 para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde 200 kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!" diye düşündü. Hazret-i Abdullah ibni Ömer'i gördü, dedi:
"Ya imam, çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın."
Cevaben dedi ki: "Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır."
İmam-ı Âzam, bu sırra işaret olarak "Hayırda ve ihsanda —müstehak olanlara— israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur." demiş.
30/7/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İktisat, izzet ve kemal sebebidir, nimetlerden mânevî lezzetlere kapılar açar [Risale-i Nur - 028 | İktisat Risalesi - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=5r7Bu1x0xB8
ON DOKUZUNCU LEM'A - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
… Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.
Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ sırrıyla, وَمَا مِنْ دَۤابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللهِ رِزْقُهَا ["Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın." Hûd Sûresi, 11:6] sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.
Evet, rızık ikidir: Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.
İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.
Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü اِنَّ الضَّرُورَةَ تُقَدَّرُ بِقَدْرِهَا sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda kemâl-i lezzetle fazla yenilmez.
İktisat, sebeb-i izzet ve kemal olduğuna delâlet eden bir vakıa:
Bir zaman, dünyaca sehâvetle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:
"Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın."
O muktesit ihtiyar demiş ki: "Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî'nin minnetini almam." Sonra Hâtem-i Tâî'den sormuşlar: "Sen kendinden daha civanmert, aziz kimi bulmuşsun?"
Demiş: "İşte o sahrâda rast geldiğim o muktesit ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm."
BEŞİNCİ NÜKTE
Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, en fakir adama en zengin adam gibi ve gedâya, yani fakire, padişah gibi, lezzet-i nimetini ihsas ettiriyor. Evet, bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisat vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlıkla yediği en âlâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir.
…
23/7/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Tâif’ten dönüş…Medine ile ilk temas…Mus'ab b. Umeyr (r.a.)’ın herkese ulaşması…Akabe Bey'atları… [Siyer - 018]
https://www.youtube.com/watch?v=3tptiOi0cYQ
16/7/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İktisat bereket sebebi ve güzel geçim vesilesidir; zillet ve sefaletten korur [Risale-i Nur - 027 | İktisat Risalesi - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=Z6EBjtx9aX8
ON DOKUZUNCU LEM'A - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
"İktisat eden, maişetçe aile belâsını çekmez" meâlindeki لاَ يَعُولُ مَنِ اقْتَصَدَ hadis-i şerifi sırrıyla, "iktisat eden, maişetçe aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez."
Evet, iktisat kat'î bir sebeb-i bereket ve medar-ı hüsn-ü maişet olduğuna o kadar kat'î deliller var ki, had ve hesaba gelmez. Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:
İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel [1926'da] benimle beraber Burdur'a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: "Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim." Mükerrer ve musırrâne tekliflerini reddettim. Câ-yı dikkattir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüz suyumu döktürmedi, beni halklara arz-ı hâcete mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan "nâstan istiğnâ" mesleğini bozmadı.
Evet, iktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.
Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, اِنَّ اللهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ["Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." Zâriyat Sûresi, 51:58] sırrıyla, وَمَا مِنْ دَۤابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللهِ رِزْقُهَا ["Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın." Hûd Sûresi, 11:6] sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor.
Evet, rızık ikidir:
Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.
İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcât-ı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır.
Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. …
9/7/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in düşmanlık edenleri dahi kazanma derdi - Tâif yolculuğu [Siyer - 017]
https://www.youtube.com/watch?v=lEu_uNEnmxA
2/7/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İktisat sıhhate vesiledir; lezzetler insanı israfa değil, şükre yöneltmelidir [Risale-i Nur - 026 | İktisat Risalesi - 2]
youtu.be/kmGORk1X9OM
19. LEM'A - 2. NÜKTE
Fâtır-ı Hakîm, insan vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmış. Ağızdaki kuvve-i zâikayı bir kapıcı, âsâb ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi, kuvve-i zâika ile merkez-i vücuttaki mide ile bir medar-ı muhabereleridir ki, ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene, mideye lüzumu yoksa "Yasaktır" der, dışarı atar. Bazen de, bedene menfaati olmamakla beraber, zararlı ve acı ise, hemen dışarı atar.
İşte, madem ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idaresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'inden ancak beş derecesi muvafık olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın.
Şimdi iki lokma farz ediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden 40 para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur, müsavidirler. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine müsavidirler. Belki, bazen 40 paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için 40 paradan on kuruşa çıkmak ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin.
Şimdi, saray hâkimine gelen hediye 40 para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır. "Hâkim benim" der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse onu içeriye sokacak, ihtilâl verecek, yangın çıkaracak. "Aman, doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün" demeye mecbur edecek.
İşte, iktisat ve kanaat, hikmet-i İlâhiyeye tevfik-i harekettir; kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise, o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştihâ-yı hakikîyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'î bir iştihâ-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.
3. NÜKTE
"Kuvve-i zâika kapıcıdır" dedik. Evet, ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Onun telezzüzü hatırı için isrâfâta ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerektir.
Fakat, hakikî ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, 6. Söz'deki muvazenede beyan edildiği gibi, kuvve-i zâikası rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâika da taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir şükr-ü mânevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte, bu surette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var. İsraf etmemek şartıyla ve sırf vazife-i şükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı İlâhiyeyi hissedip tanımak kaydıyla ve meşru olmak ve zillet ve dilenciliğe vesile olmamak şartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayı taşıyan lisanı şükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir:
Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî'nin terbiyesinde, bir hanımın evlâdı bulunuyormuş. O ihtiyare, bakmış ki, oğlu bir parça kuru ekmek yiyor, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Demiş:
"Yâ Üstad! Oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!"
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: "Kum biiznillâh!" O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atladığı, tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: "Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin."
İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki:
Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir
25/6/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Nimetlere karşı iktisat kârlı bir hürmet, israf ise zararlı bir küçümsemedir [Risale-i Nur - 025 | İktisat Risalesi - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=U_VKcZuTCFk
On Dokuzuncu Lem'a - İktisat Risalesi
İktisat ve kanaate, israf ve tebzîre dairdir.
كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَ تُسْرِفُوا (Yiyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. A'râf Sûresi, 7:31)
Şu âyet-i kerime, iktisada kat'î emir ve israftan nehy-i sarih suretinde gayet mühim bir ders-i hikmet veriyor. Şu meselede Yedi Nükte var.
BİRİNCİ NÜKTE
Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat'î bir surette sebeb-i bereket, hem bedene perhiz gibi bir medar-ı sıhhat, hem mânevî dilencilik zilletinden kurtaracak bir sebeb-i izzet, hem nimet içindeki lezzeti hissetmesine ve zâhiren lezzetsiz görünen nimetlerdeki lezzeti tatmasına kuvvetli bir sebeptir. İsraf ise, mezkûr hikmetlere muhalif olduğundan, vahîm neticeleri vardır.
18/6/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) muhatapları ile her hâlükârda iletişim kurma derdindeydi [Siyer - 016]
https://www.youtube.com/watch?v=Mvu4y3IRY5k
11/6/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Bâkî’ye (c.c.) müteveccih olan şey, bekâ cilvesine mazhar olur [Risale-i Nur - 024 | 3. Lem'a - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=CPiBxkAXb9M
Fâni mevcudatın visâli madem fânidir; ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer, hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. Bekâyı isteyen kalb-i insanî bir sene visalde, yalnız bir saniyecikte ancak zerre gibi bir zevkini alabilir. Firak ise, saniyesi bir sene değil, senelerdir. Çünkü firâkın meydanı geniştir. Bekâyı isteyen bir kalbe, firak, çendan bir saniye de olsa, seneler kadar tahribat yapar. Çünkü hadsiz firakları ihtar eder. Maddî ve süflî muhabbetler için bütün mazi ve müstakbel firakla doludur.
Şu mesele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikî'nin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkî'ye müteveccih olan şey, bekânın cilvesine mazhar olur.
Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekâya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek.
İşte o çare budur: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh, lieclillâh rızası dairesinde hareket ediniz. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.
Bu hakikate işareten, Leyle-i Kadir gibi birtek gece, seksen küsur seneden ibaret olan bin ay hükmünde olduğunu, nass-ı Kur'ân gösteriyor. Hem bu hakikate işaret eden, ehl-i velâyet ve hakikat beyninde bir düstur-u muhakkak olan "bast-ı zaman" sırrıyla, çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç, bu hakikatin vücudunu ispat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Miracın birkaç saat müddeti, binler seneler hükmünde vüs'ati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü, o, Miraç yolunda bekâ âlemine girdi. Bekâ âleminin birkaç dakikası, şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir.
Hem şu hakikate bina edilen beyne'l-evliya kesretle vuku bulmuş olan bast-ı zaman hadiseleridir. Bazı evliya bir dakikada bir günlük işi görmüş, bazıları bir saatte bir sene vazifesini yapmış, bazıları bir dakikada bir hatme-i Kur'âniye'yi okumuş olduklarını rivayet edip ihbar ediyorlar. Böyle ehl-i hak ve sıdk, bilerek kizbe elbette tenezzül etmezler. Hem o derece hadsiz ve kesretli bir tevatürle bast-ı zaman hakikatini aynen müşahede ettikleri medar-ı şüphe olamaz.
Şu bast-ı zaman, herkesçe musaddak bir nev'i, rüyada görünüyor. Bazen bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, geçirdiği ahvâli, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için, yakaza âleminde bir gün, belki günler lâzımdır.
Elhasıl: İnsan çendan fânidir; fakat bekâ için halk edilmiş ve bâki bir Zât'ın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir Zâtın bâki esmâsının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir. Öyleyse, böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti, bütün cihazatı ve istidadatıyla o Bâkî-i Sermedî'nin daire-i marziyâtında esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkî'ye müteveccih olup gitmektir. Lisanı يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى dediği gibi, kalbi, ruhu, aklı, bütün letâifi
هُوَ الْبَاقِى هُوَ اْلاَزَلِىُّ اْلاَبَدِىُّ هُوَ الْسَّرْمَدِىُّ هُوَ الدَّائِمُ هُوَ الْمَطْلُوبُ هُوَ الْمَحْبُوبُ هُوَ الْمَقْصُودُ هُوَ الْمَعْبُودُ
demeli.
5/6/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Farklı duygu ve düşüncedekilere ulaşma, "öteki" ile diyalog adına Nebevî uygulamalara genel bir bakış [Siyer - 015]
https://www.youtube.com/watch?v=J3cbL_UG99A
Dr. Reşit Haylamaz'ın bu sohbetinden bazı konu başlıkları:
- İslam'ın ve Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) muhatabı bütün bir insanlıktır. Ve O (aleyhisselatu vesselam), insanlara İlâhi mesajları ulaştırabilmek için sürekli onlar ile bir araya gelme zemin ve vesileleri oluşturma peşinde olmuştur.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, kendisi ile aynı duygu ve düşünceyi paylaşmadıkları halde, mekan itibarı ile beraber oldukları insanlar ile olan muameleleri nasıldı?
- İslamiyet tüm insanlığa gönderildiği ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tüm "'Âlemlere Rahmet" olduğu halde, farklı kimliklerden insanlar ile neden temasa geçilememektedir?
- "Öteki" ile diyalog, sonradan mı ortaya atılmıştır, yoksa bizzat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in uygulamalarında yer bulmuş mudur? Hangi dini temellere dayanmaktadır?
- İnsanları "Cennetlik" "Cehennemlik" olarak etiketlemek, ne derece uygundur?
- Kendi dini değerleri ile yeterli biçimde donanan bir Müslüman'ın "başkaları" ile oturup kalkması, kendisine bir zarar vermediği gibi muhatapları ve genel toplum atmosferi açısından pek çok faydaları söz konusudur.
- "Dinler arası diyalog" kavramından asıl kastedilenin "din mensupları arasında diyalog" olduğunun aşikar olmasına rağmen yapılan gereksiz bir tartışma.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) muhataplarını imana davet ederken çok çeşitli usül ve stratejiler takip etmiştir; farklı kesimler ile temas ve diyalogu, kimilerinin ebedî saadeti kazanmalarına vesile olduğu gibi, kimilerinden de gelmesi muhtemel pek çok zararın önünü almıştır.
- Kan dökülmeden fethedilmesinden birkaç ay sonra, Mekke'nin tamamı Müslüman olmuştur.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), şiddete maruz kalındığında bile misli ile mukabelede bulunmamış, kötü tavır ve davranışlar karşısında dahi daima kendisine (aleyhissalatü vesselam) yakışanı yapmışlardır. Şefkat merkezli, yaşatma odaklı bu yaklaşım, kalblerdeki buzdağlarını eritmiş, gönüllerin kazanılmasına vesile olmuştu.
- Hicretin çok çeşitli hikmetlerinden birisi de Mekke'deki gerginliği azaltmış olmasıdır.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, bir temas ve diyalog zemini oluşturma adına, mü'minler yerine Mekke'nin önde gelen müşriklerinden borç istemesi.
28/5/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Cisim, kalb ve ruh dairelerinde zaman - Fâni ömrün bâkileşmesi [Risale-i Nur - 022 | 3. Lem'a - 4]
https://www.youtube.com/watch?v=1UR7UUXpMvc
ÜÇÜNCÜ LEM'A - ÜÇÜNCÜ NÜKTE
Şu dünyada zamanın fenâ ve zevâl-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise, mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, hükümleri zeval noktasında ayrı ayrı oluyor.
Nasıl ki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zâhiren birbirine benzer, fakat sür'atte birbirine muhaliftir. Öyle de, insandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir. Meselâ, cismin bekàsı, hayatı, vücudu, bulunduğu bir gün, belki bir saat olduğu ve mazi ve müstakbeli mâdum ve meyyit bulunduğu halde, kalbin hazır günden çok gün evvel, çok gün sonraki zamana kadar daire-i vücudu ve hayatı geniştir. Ruhun hazır günden seneler evvel ve seneler sonraki bir daire-i azîme, daire-i hayatına ve vücuduna dahildir.
İşte bu istidada binaen, hayat-ı kalbî ve ruhîye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbâniye ve ubudiyet-i Sübhâniye ve marziyât-ı Rahmâniye cihetiyle, bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intaç eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.
Evet, Bâkî-i Hakikînin muhabbet, marifet, rızası yolunda bir saniye, bir senedir. Eğer Onun yolunda olmazsa, bir sene bir saniyedir. Belki Onun yolunda bir saniye lâyemuttur, çok senelerdir. Ve dünya cihetinde ehl-i gafletin yüz senesi bir saniye hükmüne geçer.
Meşhur böyle bir söz var ki, سِنَةُ الْفِرَاقِ سَنَةٌ وَسَنَةُ الْوِصَالِ سِنَةٌ Yani, "Firâkın bir saniyesi bir sene kadar uzundur ve visâlin bir senesi bir saniye kadar kısadır." Ben bu fıkranın bütün bütün aksine diyorum ki: Visal, yani, Bâkî-i Zülcelâlin rızası dairesinde livechillâh bir saniye visal, değil yalnız böyle bir sene, belki daimî bir pencere-i visaldir. Gaflet ve dalâlet firâkı içinde değil bir sene, belki bin sene, bir saniye hükmündedir.
O sözden daha meşhur şu söz var: اَرْضُ الْفَلاَةِ مَعَ اْلاَعْدَۤاءِ فِنْجَانٌ سَمُّ الْخِيَاطِ مَعَ اْلاَحْبَابِ مَيْدَانٌ (Düşmanla beraber sahrâ, bir fincan kadar dar; ahbapla beraber iğne deliği, bir meydan kadar geniştir.) hükmümüzü teyid ediyor. …
20/5/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hz.Abbâs (radıyallâhu anh) ne zaman müslüman olmuştur? Mekke’nin Fethi öncesi hayatından tablolar [Siyer - 014]
https://www.youtube.com/watch?v=CSKqZuUD9qY
13/5/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Faniliğin eleminden Esmâ-i İlâhiye'ye yapışarak kurtulabiliriz [Risale-i Nur - 021 | 3. Lem'a - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=hMmN10hGms8
İnsanın fıtratında bekâya karşı gayet şedit bir aşk var. …Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekânın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekâdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekâ ve bekâ için fıtrî, umumî duadır.
… insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için, insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. … Halbuki, muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azaba medar oluyor. …Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekâdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır.
…kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zât'a tevcih etmek için verilmiş. O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azabıyla çekiyor.
Hem anlarsın ki, şu dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil. Çünkü bir zaman lezzet verse, firakıyla birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihanı açar, fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa, ya senin ömrün kısadır; doymaya kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat ibret içindir, şükür içindir. Usul-ü daimîsine teşvik içindir; başka, gayet ulvî gayeler içindir.
…hiç mümkün müdür ki, Fâtır-ı Kerîm, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz'î arzusunu ve muvakkat bir bekâ için lisan-ı hal ile duasını hadsiz envâ-ı mat'umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de, umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatli, kâlli, halli, bekâya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin?
Böyle nihayetsiz bir cûd ve sehâvet, öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimî, hem arzu edilen herşey içinde bulunur bir dar-ı ziyafet ve mahall-i saadet ister. Hem kat'î ister ki, o ziyafetten telezzüz edenler, o mahall-i saadette devam etsinler, ebedî kalsınlar. Ta zevâl ve firakla elem çekmesinler.
İkinci Yâ Bâkî Ente'l-Bâki cümlesi insanın hadsiz mânevî yaralarını tedavi etmekle beraber, fıtratındaki gayet şiddetli arzu-yu bekâyı tatmin ediyor.
Madem insan bekâya âşıktır; elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekâya tâbidir. Ve madem bekâ Bâkî-i Zülcelâl'e mahsustur. …Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife, o Bâkî'ye karşı alâka peydâ etmektir ve esmâsına yapışmaktır.
"Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları Yâ Bâkî Ente'l-Bâki demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkân ile mevcudat bekâ bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller."
Fâniyim, fâni olanı istemem!
Âcizim, âciz olanı istemem!
Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem!
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim!
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim!
6/5/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Hicret sonrası Mekke’de kendilerini gizleyerek çeşitli vazifeler ifa eden mü'minler de vardı [Siyer - 013]
https://www.youtube.com/watch?v=AUz1MwhuqYA
29/4/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Firak acısı yaşayan kalbe merhem: Allah bâki, O her şeye yeter [Risale-i Nur - 020 | 3. Lem'a - 2]
https://youtu.be/5NNsfYKIM3o
ÜÇÜNCÜ LEM'A
كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ("Her şey helâk olup gidicidir—O’na bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece O’na aittir; siz de O’na döndürüleceksiniz." Kasas, 28:88) âyetinin meâlini ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى iki cümlesi, mühim iki hakikati ifade ediyorlar. …Madem o azîm âyetin meâlini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiği iki hakikat-i mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE
Birinci يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki:
İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için, insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki, muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azaba medar oluyor.
O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zât’a tevcih etmek için verilmiş. O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azabıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbuplar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâkî’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi, "Bâkî-i Hakikî yalnız Sensin. Mâsivâ fânidir. Fâni olan, elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz" mânâsını ifade ediyor. "Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkân ile mevcudat bekâ bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller" demektir.
İşte bu hâlette kalb hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbupları adedince mânevî cerihalar oluyor.
İkinci cümle olan يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani, "يَا بَاقِى madem Sen bâkisin, yeter. Her şeye bedelsin. Madem Sen varsın, her şey var."
Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikî’nin hüsün ve ihsan ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i Esmâ-i Hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.
İKİNCİ NÜKTE
İnsanın fıtratında bekâya karşı gayet şedit bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekâ tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aşk-ı bekâdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekâ olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekânın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu, şu mahiyet-i insaniyedeki o şiddetli aşk-ı bekâdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekâ ve bekâ için fıtrî, umumî duadır ki, Bâkî-i Zülcelâl, o şedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî duayı kabul etmiştir ki, fâni insanlar için bâki bir âlemi halk etmiş.
Hem hiç mümkün müdür ki, Fâtır-ı Kerîm, Hâlık-ı Rahîm, küçük midenin cüz'î arzusunu ve muvakkat bir bekâ için lisan-ı hal ile duasını hadsiz envâ-ı mat'umat-ı leziziyenin icadıyla kabul etsin de, umum nev-i beşerin pek büyük bir ihtiyac-ı fıtrîden gelen pek şiddetli bir arzusunu ve küllî ve daimî ve haklı ve hakikatli, kâlli, halli, bekâya dair gayet kuvvetli duasını kabul etmesin?…
19/4/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İslâm’ın ilk dönemlerinde Kur'ân’ın sahabeye ulaştırılmasında peygamber kıssalarının rehberliği [Siyer - 012]
https://www.youtube.com/watch?v=SxXFI1VcQvo
11/4/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Mâsivâ, ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz [Risale-i Nur - 019 | 3. Lem'a - 1]
https://www.youtube.com/watch?v=yuD-i5GOLW8
ÜÇÜNCÜ LEM'A
كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ("Herşey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesnâ. Hüküm sadece O’na aittir; siz de O’na döndürüleceksiniz." Kasas Sûresi, 28:88) âyetinin meâlini ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى iki cümlesi, mühim iki hakikati ifade ediyorlar. Ondandır ki, Nakşîlerin rüesasından bir kısım, bu iki cümle ile kendilerine bir hatme-i mahsus yapıp muhtasar bir hatme-i Nakşiye hükmünde tutuyorlar. Madem o azîm âyetin meâlini bu iki cümle ifade ediyor. Biz bu iki cümlenin ifade ettiği iki hakikat-i mühimmenin birkaç nüktesini beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE
Birinci defa يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki:
İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için, insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki, muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar. Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azaba medar oluyor.
O azabı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş. O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azabıyla çekiyor.
يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrit ediyor, kesiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbuplar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâkî’ye hasr-ı muhabbeti ifade eden يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى olan birinci cümlesi, "Bâkî-i Hakikî yalnız Sensin. Mâsivâ fânidir. Fâni olan, elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz" mânâsını ifade ediyor. "Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları يَا بَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkân ile mevcudat bekà bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller" demektir.
27/3/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Sabır kuvveti nasıl yönetilmeli?…Sabra inanmak ve sabır adına gayret göstermek…Sabır-namaz ilişkisi… [Sohbetler - 01]
https://www.youtube.com/watch?v=1E9zOAAXeM0
Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah'tan yardım dileyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Sûresi, 2:153).
…sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. (Nahl Sûresi, 16:126)
Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. (Nahl Sûresi, 16:127)
Sabrın sonunun hayır ve selâmet olduğuna inanmalı ve bu noktada gayret göstermelidir. Allah ile irtibatı olmayan insan, sabrı ne kadar geniş olursa olsun, neticesi itibarıyla düşecek ve yolda kalacaktır. Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar.
…geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. …gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir.
Hadis-i Şerif'te şöyle buyrulmuştur: Her kim iffetli yaşamaya gayret ederse, Allah onu iffetli kılar. Her kim Allah'tan başkasına minnet etmemeye gayret ederse, Allah onu hiç kimseye muhtaç bırakmaz. Her kim de sabırlı olmaya gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir nimet verilmemiştir.
Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124, (1053); Muvattâ, Sadaka 7, (2, 997); Ebû Dâvûd, Zekât 28, (1644); Tirmizi, Birr 77, (2025); Nesâi, Zekât 85, (5, 95).
17/3/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İnsan, Allah’ın isimlerinin tecellî ettiği küçük bir âlemdir [Risale-i Nur - 018 | 2. Lem'a - 8]
Cenâb-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr derc eylemiştir. Hem hadsiz nukuş-u esmâsını göstermek için insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.
Ve o makine-i insaniyede yüzer âlet var. Herbirinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfâtı ayrıdır. Adeta insan-ı ekber olan âlemde tecellî eden bütün esmâ-i İlâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var. Bunda sıhhat ve âfiyet ve lezâiz gibi nâfi emirler nasıl şükrü dedirtir, o makineyi çok cihetlerle vazifelerine sevk eder, insan da bir şükür fabrikası gibi olur. Öyle de, musibetlerle, hastalıklarla, âlâm ile, sair müheyyiç ve muharrik ârızalarla, o makinenin diğer çarklarını harekete getirir, tehyiç eder. Mahiyet-i insaniyede münderiç olan acz ve zaaf ve fakr madenini işlettiriyor. Bir lisanla değil, belki herbir âzânın lisanıyla bir iltica, bir istimdat vaziyeti verir. Güya insan o ârızalarla, ayrı ayrı binler kalemi tazammun eden müteharrik bir kalem olur, sahife-i hayatında veyahut levh-i misalîde mukadderât-ı hayatını yazar, esmâ-i İlâhiyeye bir ilânnâme yapar ve bir kaside-i manzume-i Sübhâniye hükmüne geçip, vazife-i fıtratını ifa eder.
https://www.youtube.com/watch?v=K6grgWet8lU
5/3/2020 • 0 minutos, 0 segundos
İdeal toplumun inşasında Kur'an’ın ve Efendimiz aleyhissâlatü vesselâm’ın takip ettiği usüller [Siyer - 011]
https://www.youtube.com/watch?v=1zSGRXp1IlM
28/2/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Musibetleri nasıl hafifletebiliriz?—Musibetler nimet olur mu? [Risale-i Nur - 017 | 2. Lem'a - 7]
https://www.youtube.com/watch?v=GHoU5ZvuLuw
İKİNCİ LEM'A - BEŞİNCİ NÜKTE
İkinci Mesele
Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:
Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
Üçüncü Mesele
Her zamanın bir hükmü var. Şu gaflet zamanında musibet şeklini değiştirmiş. Bazı zamanda ve bazı eşhasta belâ, belâ değil, belki bir lûtf-u İlâhîdir. Ben şu zamandaki hastalıklı sair musibetzedeleri—fakat musibet dine dokunmamak şartıyla—bahtiyar gördüğümden, hastalık ve musibet aleyhtarı bulunmak hususunda bana bir fikir vermiyor. Ve bana, onlara acımak hissini iras etmiyor. Çünkü, hangi bir genç hasta yanıma gelmişse, görüyorum, emsallerine nisbeten bir derece vazife-i diniyeye ve âhirete karşı merbutiyeti var. Ondan anlıyorum ki, öyleler hakkında o nevi hastalıklar musibet değil, bir nevi nimet-i İlâhiyedir. Çünkü, çendan o hastalık onun dünyevî, fâni, kısacık hayatına bir zahmet iras ediyor, fakat onun ebedî hayatına faydası dokunuyor. Bir nevi ibadet hükmüne geçiyor. Eğer sıhhat bulsa, gençlik sarhoşluğuyla ve zamanın sefahetiyle, elbette hastalık hâletini muhafaza edemeyecek, belki sefahete atılacak.
13/2/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Günümüz problemlerinin çözümünde, İslam’ın sahabe toplumunu dönüştürmede izlediği metodların önemi [Siyer - 010]
https://www.youtube.com/watch?v=bgSHcAPo1Ao
6/2/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Asıl musibet, dine gelendir; diğerleri ihtar hatta iltifattır [Risale-i Nur - 016 | 2. Lem'a - 6]
İKİNCİ LEM'A - BEŞİNCİ NÜKTE
Birinci Mesele
Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.
Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler. Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü'z-zünubdur. Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev'i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.
Rivayette vardır ki, "Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor."
Hazret-i Eyyûb aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcâtla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.
https://www.youtube.com/watch?v=GodyL62KViY
30/1/2020 • 0 minutos, 1 segundo
Haset, yakın körlüğü yaşayanları nefret ve şiddete yönlendirse de, kazanan hep inananlar olmuştur [Siyer - 009]
- İnananlara boykot ve kuşatmanın uygunlandığı Şib-i Ebû Tâlib günlerinde nâzil olan Yusuf Sûresi büyük bir teselli ve müjde olmuştur.
- Tarih boyunca haset, yakın körlüğü yaşayan insanları önce kin ve nefrete, sonrasında ise şiddete yönlendirmiştir.
- 'Size olan düşmanlıkları, zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır. Kalplerinin gizlediği düşmanlık ise daha fazladır.'
(Âl-i İmrân Sûresi, 3:118.)
https://www.youtube.com/watch?v=_8-XSSVJdR4
21/1/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in her olumsuzluğa rağmen muhataplarını kurtarmak için yılmaksızın gösterdiği gayret [Siyer - 008]
https://www.youtube.com/watch?v=Z1c10bLl1KA
13/1/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Sabır, evhamla dağıtılmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir [Risale-i Nur - 015 | 2. Lem'a - 5]
https://www.youtube.com/watch?v=q6DhK-7JO1I
İKİNCİ LEM'A - DÖRDÜNCÜ NÜKTE
Yirmi Birinci Sözün Birinci Makamında beyan edildiği gibi, Cenâb-ı Hakk'ın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle, sabır kuvvetini mazi ve müstakbele dağıtıp, halihazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta—hâşâ—Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.
Çünkü, geçmiş herbir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi gitmiş, zevâlindeki lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes'ut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir.
Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de, gelecek günlerdeki, şimdi adem olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak, sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor.
Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder.
Birinci Harb-i Umumî’nin birinci senesinde, Erzurum'da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana dedi:
"Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım" diye acı bir şikâyet etti.
Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim: "Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü'r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe vücut rengi verme. Bu saati düşün.
Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ bir kuvvetle merkezi harap eder."
Dedim: "Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhreviyeyi ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret."
O da tamamıyla bir ferah alarak, "Elhamdü lillâh," dedi, "hastalığım ondan bire indi."
4/1/2020 • 0 minutos, 0 segundos
Küfür ve dalâlet dışında her türlü hal için Allah'a hamd etmek [Risale-i Nur - 014 | 2. Lem'a - 4]
...her insan geçmiş hayatını düşünse, kalbine ve lisanına ya "ah" veya "oh" gelir. Yani, ya teessüf eder, ya "Elhamdü lillâh" der. Teessüfü dedirten, eski zamanın lezâizinin zeval ve firakından neş'et eden mânevî elemlerdir. Çünkü zevâl-i lezzet elemdir.
Bazen muvakkat bir lezzet daimî elem verir. Düşünmek ise o elemi deşiyor, teessüf akıtıyor. Eski hayatında geçirdiği muvakkat âlâmın zevâlinden neş'et eden mânevî ve daimî lezzet, "Elhamdü lillâh" dedirtir.
Bu fıtrî hâletle beraber, musibetlerin neticesi olan sevap ve mükâfât-ı uhreviye ve kısa ömrü musibet vasıtasıyla uzun bir ömür hükmüne geçmesini düşünse, sabırdan ziyade, şükreder, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى كُلِّ حَالٍ سِوَى الْكُفْرِ وَالضَّلاَلِ (Küfür ve dalâletten başka her türlü hal için Allah'a hamd olsun) demesi iktiza eder.
https://www.youtube.com/watch?v=zqiTOI9bGtA
26/12/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Sıkıntıların Sahabeleri geleceğe hazırlaması - Hakikatin bile bile inkar edilmesinde dünyevî menfaatlerin etkisi [Siyer - 007]
https://www.youtube.com/watch?v=57E-2bg6_WU
16/12/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Musibetleri, şikayet yerine sabır ve kazâya rızayla karşılamak [Risale-i Nur - 013 | 2. Lem'a - 3]
https://www.youtube.com/watch?v=dnNCI-52qu4
İKİNCİ LEM'A, İKİNCİ NÜKTE
Yirmi Altıncı Söz'de sırr-ı kadere dair beyan edildiği gibi, musibet ve hastalıklarda insanların şekvâya üç vecihle hakları yoktur.
BİRİNCİ VECİH: Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor, ve hâkezâ... مَالِكُ الْمُلْكِ يَتَصَرَّفُ فِى مُلْكِهِ كَيْفَ يَشَۤاءُ (Mülkün Mâliki mülkünde dilediği gibi tasarruf eder)
İKİNCİ VECİH: Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve herbir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir.
Evet, ibadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malûmdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmi'ne ilticâkârâne teveccüh edip, O'nu düşünüp, O'na yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit herbir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçer. Hattâ bir âhiret kardeşim, Muhacir Hafız Ahmed isminde bir zâtın müthiş bir hastalığına ziyade merak ettim. Kalbime ihtar edildi: "Onu tebrik et. Herbir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçiyor." Zaten o zat sabır içinde şükrediyordu.
10/12/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Müşrikler, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e el-Emîn dedikleri halde neden iman etmediler? [Siyer - 006]
Müşrikler, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e el-Emîn dedikleri halde neden iman etmediler?
https://www.youtube.com/watch?v=JwmPtp5rvzA
3/12/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Mâsiyetten sabır - İstiğfar ve tevbe ile günahlara engel olmak [Risale-i Nur - 012 | 2. Lem'a - 2]
- Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. …dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler.
- İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi: Taat üstünde sabırdır. Birisi: Mâsiyetten sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır.
- Tevbe kişinin kendini yenilemesi ve bir iç onarımdır.
- ... dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
- …şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.
- ...nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur.
https://www.youtube.com/watch?v=eHUd1g5KUGI
25/11/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Eyyûb aleyhisselâm'ın münâcâtına ondan daha fazla muhtacız [Risale-i Nur - 011 | 2. Lem'a - 1]
Sabır kahramanı Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir. Fakat, âyetten iktibas suretinde, bizler münâcâtımızda رَبِّۤى اَنِّى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ demeliyiz.
Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:
Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: "Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor" diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş.
Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyûb'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyûb aleyhisselâm'ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyûbiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.
Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler—neûzu billâh—mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.
https://www.youtube.com/watch?v=XQKY1X1dQH8
19/11/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in esirlere muamelesi nasıldı? [Siyer - 005]
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in esirlere muamelesi nasıldı?
https://www.youtube.com/watch?v=UWC7nlx6N9s
19/11/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Dünyaya ve istikbale dair endişelere mukabil iç huzuruna ermek [Risale-i Nur - 010 | 1. Lem'a - 05]
- Ünsiyet her şeyi kendine dost ve aşina bilmek anlamına gelir ki, bunu temin eden, imanın rükünleri ve esaslarıdır. Yani Allah’ı ve diğer iman rükünlerini hakkı ile bilip iman eden kişinin, bütün alemi nur ve muhabbet ile dolar, her şeyin içyüzü ve hikmetleri parlamaya başlar. İman bir iksir gibi bütün eşyanın hakiki mahiyet ve suretlerini çözümler ve her şeyi dost ve aşina yapar.
- …insan, mahiyetinin câmiiyeti itibarıyla, sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzâtından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasıl ki hurdebinî bir mikroptan korkar, ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasıl ki hanesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasıl ki küçük bahçesini sever; öyle de, hadsiz ebedî Cennet'i dahi müştakane sever.
- Elbette, böyle bir insanın Mâbudu, Rabbi, melcei, halâskârı, maksudu öyle bir Zat olabilir ki, umum kâinat O'nun kabza-i tasarrufunda, zerrat ve seyyârat dahi taht-ı emrindedir.
https://www.youtube.com/watch?v=fjmZZlYi_qk
4/11/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) düşmanlık edenlerin helâkini değil, hidayetini istemiştir [Siyer - 004]
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) en ağır şartlarda dahi şefkat ve merhamet duruşunu değiştirmemiştir. Aşağıdaki hadiseler buna şahit sadece birkaç örnektir:
- Kabe'de secde halinde iken mübarek başına işkembe konulması sonrasındaki tavrı
- Dişinin kırıldığı ve yanağına demirin saplandığı, ashabından 70 kişinin vahşice şehit edildiği Uhud Savaşı esnasında dahi beddua etmemesi ve hidayet talebinde bulunması
- Taif'te maruz kaldığı nahoş tavır ve taşlanmaları sonrasında dahi o belde halkının helakini değil hidayetini istemesi
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) o gün için kendisine düşmanlık edenleri dahi geleceğin mü'minleri ve sahabileri olarak görmüş ve onlara karşı çizgisini değiştirmemiştir.
https://www.youtube.com/watch?v=ehRvOCX9vak
30/10/2019 • 0 minutos, 1 segundo
Zorluk ve musibetler karşısında tavrımız ve Allah’tan yardım talebindeki üslubumuz nasıl olmalıdır? [Sohbetler - 01]
Dr. Süleyman Eriş'in bu sohbetinde değindiği hususlardan bazıları:
- Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in bir duası: “Allahım, bize hakkı hak olarak göster ve ona tâbi olmayı bize nasip eyle; bâtılı da bâtıl olarak göster ve bize ondan gereğince kaçınmayı lutfet.“
- Karşılaşılan problemler kimi zaman hayatı adeta altından kalkılmaz bir yük haline getirebilmektedir. (…insan hilkatçe zayıf yaratılmıştır. Nisâ Sûresi, 4/28)
- Zorluklar karşısında müminin tavrı ne olmalıdır?
- İstiâne, yardım talebinde bulunma, konusunda da yegâne mercii Cenâb-ı Hakk'tır.
- İman, insanı yegâne güç kaynağı Allah'a yönlendirerek başkalarına minnetten kurtarmakta, kulluk ile hürriyete ulaştırmaktadır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yeğeni İbni Abbas'a (radîyallahu anh) tavsiyeleri: “Ey delikanlı! Sana birkaç cümle öğreteceğim; Allah'ın emirlerini gözet ki Allah da seni korusun. Allah'ı hatırından çıkarma ki O'nu önünde bulasın, istediğinde Allah'tan iste, yardım isteyecek olursan da Allah'tan iste. Kat’iyen bil ki, bütün insanlar toplanıp sana bir yardımda bulunmak isteseler, Allah’ın senin için yazdığının dışında bir yardımda bulunamazlar. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için bir araya gelseler, Allah’ın senin aleyhine yazdığının ötesinde hiçbir şey yapamazlar. Zira artık kalemler kaldırılmış, sahifeler kurumuştur.”
- Talep etmek çok önemlidir ancak bununla birlikte insan elinden gelen ne varsa ortaya koymalıdır. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyorlar: “Kuvvetli mümin, Allah'a, zayıf müminden daha hayırlı ve daha makbuldür. Ama her birinde hayır vardır. Sana fayda sağlayan şeye çaba göster. Allah'tan yardım dile ve aciz olma! Başına bir şey gelirse “Şöyle yapsam, şöyle olurdu” deme! Fakat bu, Allah'ın kaderidir. O, ne dilerse onu yapar' de! Çünkü “lev” (eğer/keşke) kelimesi, şeytanın amelini açar.”
- “Yalnız Sana ibadet eder, yalnız senden medet umarız.” Fâtiha Sûresi, 1/5.
https://www.youtube.com/watch?v=sszcOMoOZl0
25/10/2019 • 0 minutos, 1 segundo
Kur'an-ı Kerim’deki peygamber duaları duanın edebini öğretiyor [Risale-i Nur - 009 | 1. Lem'a - 04]
- Hz. Yunus aleyhisselam'ın kıssasına duanın edebi açısından bakış
- Kur'an kıssalarına baktığımızda peygamberlerin dua ederken belli bir talebi hususi olarak izhar etmektense hallerini arz ettiklerini görüyoruz.
Hz. Musa (aleyhisselâm) “Ya Rabbî! Bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım!” [Kasas Sûresi, 28:24] derken, Hz. Eyyûb (aleyhisselâm) “Ya Rabbî, bu dert bana iyice dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın" diye niyaz etmişti [Enbiyâ Sûresi, 21:83]. Hz. Âdem (aleyhisselâm), halini “Ey bizim Rabbimiz, kendimize yazık ettik. Şayet Sen kusurumuzu örtüp, bize merhamet buyurmazsan, en büyük kayba uğrayanlardan oluruz!” [A'râf Sûresi, 7:23] ifadeleri ile arz ederken, Hz. Yunus (aleyhisselâm) "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum." [Enbiyâ Sûresi, 21:87] yakarışında bulunmuştur.
- Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki? [Furkan Sûresi, 25:77].
…dua bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.
fiilî dua: gerekli sebepleri yerine getirerek edilen dua
hâlî dua: hâl ve hareketle edilen dua kalbî dua: kalben, içten edilen dua
kâlî dua: sözle edilen dua
istidat lisanıyla dua: kabiliyetlerle edilen dua
ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla dua: yaratılıştan gelen ihtiyaçlarla edilen dua
lisan-ı ıztırariyle dua: çaresizlik ve mecburiyet dili edilen dua
https://www.youtube.com/watch?v=aRMgqQMYEOQ
22/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in savaşı önleme ve can kaybını asgariye indirme gayretleri [Siyer 003]
İlahiyatçı-yazar Dr. Reşit Haylamaz'ın bu sohbetinden konu başlıkları:
- Savaşmak durumunda kaldığında Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in tutum ve davranışları
- Savaş durumu oluştuğunda önce elçiler gönderilerek savaş önlenmeye çalışılmıştır.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaş ile her karşılaşıldığında sahabe efendilerimize kadınlara, çocuklara, yaşlılara, mabede sığınmış olan kişilere kılıç çekilmemesi, ağaçların kesilmemesi hatta otların koparılmaması talimatını vermişlerdir. Huneyn'de kadın ve çocukların İslam ordusuna saldırmış olmalarına rağmen aktif çarpışma ortamında dahi bu prensibi kararlılıkla uygulamışlardır.
- Hz. Ali (radıyallahu anh) Bedir Savaşı esnasında Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in çadırına üç defa gelmiş ve her defasında O'nu secdede dua halinde bulmuştur.
- Bedir Savaşı sonrasında düşmanın bırakıp kaçtığı 70 ölü dahi ortada bırakılmayarak gömülmüştür. Esirlere de esir muamelesi yapılmamıştır. Savaş zeminindeki bu örnek duruş ve hadiseler gönüllerin kazanılmasında önemli rol oynamıştır.
- Taif kuşatması tam neticeye ulaşmak üzere iken Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) geri çekilmişlerdir. Bu hadise de kan dökmek yerine gönülleri kazanmaya vesile olmuştur.
https://www.youtube.com/watch?v=gwaWi9LvpmU
18/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Sebepler ve neticeleri Allah'tandır - Vâhidiyet ve ehadiyet kavramları - Bilginin mertebeleri [Risale-i Nur - 008 | 1. Lem'a - 03]
- Sebeplere riayet önemlidir; ancak sebeplerin tesiri yoktur. Sebepleri ve neticelerini yaratan Müsebbibü'l-Esbab olan Allah'tır (celle celâluhu).
- Bilginin mertebeleri, yakîn, ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakîn kavramları
https://www.youtube.com/watch?v=s7VqoKJWgyg
15/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in savaşları, savunma zaruretinden kaynaklanmaktadır; yaşatma odaklıdır ve şefkat esaslı hassas kurallar gözetilmiştir. [Siyer - 002]
İlahiyatçı-yazar Dr. Reşit Haylamaz'ın bu sohbetinden konu başlıkları:
*Fahr-ı Kâinât Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sekiz bin civarındaki risâlet günlerine kıyaslandığında aktif savaşmak zorunda kaldıkları Bedir, Uhud, Huneyn gibi en temel savaşların toplam süresi bir günü doldurmamaktadır. Bu da Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hayatını sadece savaşlara bağlayarak anlatmanın ne kadar yanlış ve yetersiz bir yaklaşım olduğunu göstermektedir.
* Üstelik, aktif savaşın yaşandığı zeminlerde bile yaşatmaya odaklı ve şefkat esaslı hassas kurallar gözetilmiştir.
* Diğer taraftan bu savaşlardan hiçbirisi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in değildir; ilk adımı atan O olmadığı gibi savaşı durdurmak için diplomasinin bütün kurallarını devreye koyan da Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) olmuştur.
* Bedir, Mekke'ye 350 km Medine'ye ise 120 km mesafededir. Uhud ve Hendek ise günümüz Medine sınırları içerisindedir. Bütün bunlar Mekke ordusunun gelip saldırdığının ve savaşların savunma odaklı olduklarının net birer göstergesidir.
https://www.youtube.com/watch?v=dCg5AHvTgos
12/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Hz. Yunus aleyhisselâm'ın münâcâtına ondan daha fazla muhtacız [Risale-i Nur - 007 | 1. Lem'a - 02]
Hazret-i Yunus ibni Mettâ Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhissalâtü Vesselâm'ın münâcâtı, en azîm bir münâcâttır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır.
Hazret-i Yunus aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ münâcâtı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur.
…
İşte, Hazret-i Yunus aleyhisselâm'ın birinci vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim hevâ-yı nefsimiz, hûtumuzdur; hayat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hut, onun hûtundan bin derece daha muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
…aynelyakin anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı Semâvat ve Arz'dan başka hangi sebep var ki, en ince ve en gizli hâtırât-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, âhiretin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak-hâşâ-Zât-ı Vâcibü'l-Vücud'dan başka hiçbir şey, hiçbir cihette, Onun izin ve iradesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz.
Madem hakikat-i hal böyledir. Nasıl ki Hazret-i Yunus aleyhisselâm'a o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtelbahir ve denizi bir güzel sahrâ ve gece mehtaplı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırrıyla لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ demeliyiz. لاَ اِلٰهَ الاَّۤ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza,اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celb etmeliyiz.
https://www.youtube.com/watch?v=AoPDj-Hc2xA
9/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Kur'an kıssalarına muhataplık üslubu, Hz. Yunus ve Ninova halkı [Risale-i Nur - 006 | 1. Lem'a - 01]
- Birinci Lem’a’da Kur’an’daki peygamber kıssalarının daha iyi anlaşılması ile ilgili bir metodoloji de sunulmaktadır.
- Birinci ve İkinci Lem’a vesilesi ile Kur’an’daki peygamber kıssalarına muhataplık üslubunu öğrenmekteyiz.
- Kâinatın dilinin okunmasında mânâ-yı harfî (varlıkları, Allah’ın isimlerine ayna olmaları yönüyle tefekkür etmek) ve mana-yı ismî (Mevcudata mevcudat hesabına bakmak. Varlıkların özelliklerini, görevlerini ve faydalarını ‘yaratıcıyı düşünmeksizin’ incelemek.) kavramları esastır. Mânâ-yı harfî bakışı, kâinata Allah namına bakmaktır. Böyle bir bakışta her varlık Allah’ı tanıtan, O’nun isim ve sıfatlarına delalet eden bir harf hükmünde olur. Mânâ-yı ismî bakışı ise, kâinata bizzat kâinat namına bakmaktır. Böyle bir bakışta, varlıkların Allah’a delaleti gizlenir, sadece o varlıkların kendileri görülür. Pencereye bakmakla pencereden bakmak elbette bir değildir. İşte, mânâ-yı ismî pencereye bakmak, mânâ-yı harfî ise pencereden seyretmektir.
- Üstad’ın kâinatı okumasındaki mânâ-yı harfî ve mânâ-yı ismî yaklaşımı Kur’an kıssalarının anlaşılmasında da anahtar kavramlar hükmündedir. Bu yaklaşım Kur’an kıssalarını tarihsel metinler olmaktan çıkarıp hayata hakim metinler haline getirmekte ve muhatabın kendi hayatı üzerinden tabir edebilmesi canlılığını kazandırmaktadır.
- Yunus Aleyhisselam’ın kıssasında Ninova halkının tevbesi de söz konusudur. Kendilerine gönderilen peygamberin onları terk etmesi sonrasında bütün kavimlere azap gelmiş iken, Ninova halkı arınması ile bu noktada bir istisna teşkil etmektedir.
- Hz. Yunus’un (aleyhisselam) virdi ve Ninova halkının duası sebepler adına kırılmalara ve hadiselerde dönüm noktalarına vesile olmuştur.
- Yunus Aleyhisselam’ın duasını vird haline getiren insan kendisini yutan nefis balığından, geleceğin dağdağası ve karanlığından, hadiselerin dağlar gibi dalgalarından Rabbimize sığınmakta ve O’na (celle celâluhû) dayanmaktadır.
https://www.youtube.com/watch?v=HRCWyh9dO2o
8/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Rahmet peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkındaki yanlış şiddet algısının nedeni nedir? [Siyer - 001]
İlahiyatçı-yazar Dr. Reşit Haylamaz'ın bu sohbetinden konu başlıkları:
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bahsedildiğinde genel itibarıyla zihinlerde realiteden daha farklı bir tablonun canlanmasının nedeni nedir?
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında, gerçek durum tam zıttı olduğu halde, neden -haşa- ‘elinde kılıç, önüne geleni öldüren bir peygamber’ algısı oluşmaktadır?
- Cahiliye sözlü kültüründe kahramanlık ve cömertliğin ön planda olması, bir şuuraltı müktesebatı olarak sonraki dönemlerdeki edebi ve tarihi anlatımlara da yansımıştır.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sürekli olarak şiddete muhatap olmasına rağmen misli ile mukabelede bulunmamış, bulunulmasına izin vermemiş, “Sen af ve müsamaha yolunu tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme” (A’râf Sûresi, 7/199) ilahi fermanı çerçevesinde “Ben af ile emrolundum” buyurmuşlardır.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) savaşmak mecburiyetinde kaldıkları durumda bile yaşatmaya matuf bir duruş içerisindelerdi. Bedir Savaşı’nda yaşanan bir örnek vaka.
- Maalesef, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) olması gerektiği şekilde anlatılamamış, çeşitli propagandalarında tesiri ile kendileri hakkında hatalı bir algı oluşmuştur.
- İlk dönemde yazılan 20 İslam tarihi kitabından on dokuzunun isminde ‘Megazi’ (savaşlara dair) geçmektedir ve yirmisinde de savaşlar konu edilmiştir. Modern çağdaki prodüksiyon ve filmlerde de savaşlar ön plandadır.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın sebeplere tevessül adına yanında taşımak zorunda kaldıkları kılıçlarında bir damla dahi kan yoktur.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ortaya koyduğu ve uyguladığı kurallar neticesinde, savaşlarda hiçbir kadın veya çocuk öldürülmemiştir.
- Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi hayatları çerçevesinde günümüz insanına anlatılabilse onu kabul etmeyecek hiç kimse yoktur.
https://www.youtube.com/watch?v=NgSGQ-DtSY8
6/10/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Birinci Söz'ün özeti: Besmele neler kazandırıyor [Risale-i Nur - 005 | 1. Söz - 05]
- Besmele sonsuz bir rahmet, bereket ve kuvvet kaynağıdır. İnsan gurur ve kibri sebebiyle Allah'ı unutarak dünya yolculuğunu kendi başına yapmaya çalışırsa bu sonsuz kaynaktan mahrum kalır.
- Bir işe Besmele ile başlamak, niyeti ve ihlası, dolayısıyla da ulaşılması hedeflenen rıza makamını hatırlatmaktadır.
- Hayatın içerisindeki marifet kaynağına ve sebepler ötesi harikulade neticelere Besmele ile ulaşılır.
- Birinci Söz’de verilen Hz. Musa (a.s.) örneğinde Cenâb-ı Hakk’ın (celle celâluhu) kudretinin, Hz. İbrahim (a.s.) örneğinde ise rahmetinin birer tecellisini görmekteyiz. Besmele, sebeplerin tazyikinden kurtaracak manevi bir libas ve sert engelleri delip geçebilme imkanı sağlayan manevi bir asa hükmündedir.
- Allah namına veriyor olmanın ölçüsü istiğnadır. Besmele ile nimetten Mün'im-i Hakikî'ye ulaşılır.
- Üstad Hazretleri acz, fakr, şefkat ve tefekkür disiplinlerini Besmele'de bir çerçeve olarak sunmaktadır. Birinci Söz'de acz korkular, fakr ihtiyaçlar, tefekkür zikir-fikir-şükür olarak tanımlanırken kendi aczinin ve fakrının farkında olan insanın kainat ile kurduğu ilişki de şefkat makamında olmaktadır. Besmele, bu bağlamda bize kainatın dilini okumayı da öğretmektedir.
- "Biz dahi başta ona başlarız" diyen Hz. Üstad, Besmele'yi bitmeyen bir yolculuk olarak sunmaktadır. "Allah namına başla, Allah namına işle..." Başlamak kadar işlemek ve o esnadaki tefekkür ile şükre ulaşmak da Besmele'nin mahiyeti içerisindedir.
https://www.youtube.com/watch?v=8wrgNzh9mek
30/9/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Allah namına hareket etmek - Zikir, fikir, şükür [Risale-i Nur - 004 | 1. Söz - 04]
- Tüm mevcudatın Allah namına hareket ediyor oluşu
- Kâinatta bütün varlıklar birbiri ile ilişkilidir
- Nimette in'amı, in'amda ise Mün'im-i Hakikî'yi görebilmek
- Zikir, fikir ve şükür hayatın ve hakikatın çekirdekleri hükmündedirler
- Hediyenin zâtî değerinden öte hediyenin geldiği makâmın düşünülmesi alınacak lezzeti derinleştirir. Kâinâtın nimetleri bize Allah namına ulaştırıyor olduğunun bilincinde olarak nimetlerin Allah namına kabul edilmesi maddi ve sınırlı lezzetleri manevî ve sınırsız lezzetler haline getirmektedir.
- Şükür, fikrin neticesi olan bir idrak makamı ve in'amdan Mün'im'e geçişinin semeresi, neticesi ve lezzetidir. Besmele ile çıkılan zikir yolculuğu fikir bağlamından geçip şükür ile semere vermektedir.
- Besmele, acz ve fakrımızı şefaaatçi kılarak nihayetsiz Rahmet ve Kudret'e raptederek o Sonsuz Kaynak ile irtibatımızı sağlamaktadır.
https://www.youtube.com/watch?v=DO45MXl7NSs
27/9/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Tüm eşya ve hâdiselerin Allah’a işâret edişi [Risale-i Nur - 003 | 1. Söz - 03]
- Bütün bir mevcûdâtın lisân-ı hâl ile Bismillâh diyor oluşu.
- Eşyanın mülk (madde) yüzüne bakarak melekût (mânâ) yüzünün anlaşılması.
- Kur’ân âyetleri ile kâinâtın âyetleri arasındaki irtibatın anlaşılması.
- Sebepler ve neticeler arasındaki yakınlığın yanıltıcılığı ve hem sebeplerin hem de neticelerin Allah’a (celle celâluhu) verilmesinin gereği.
- Her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın (celle celâluhu) nâmına hareket ediyor oluşu.
- Birinci Söz’de verilen Hz. Musa (a.s.) örneğinde Cenâb-ı Hakk’ın (celle celâluhu) kudretinin, Hz. İbrahim (a.s.) örneğinde ise rahmetinin birer tecellisini görmekteyiz.
- Mevcudat da hal lisanı ile Rahmet ve Kudret'e iltica etmektedir.
- Âdi sebeplerden mucizevari neticelerin hasıl olması sebeplerin acziyetine ve neticelerin doğrudan Allah'tan oluşuna işaret etmektedir.
- Kâinatın dilinin okunmasında mânâ-yı harfî (varlıkları, Allah’ın isimlerine ayna olmaları yönüyle tefekkür etmek) ve mana-yı ismî (Mevcudata mevcudat hesabına bakmak. Varlıkların özelliklerini, görevlerini ve faydalarını ‘yaratıcıyı düşünmeksizin’ incelemek.) kavramları esastır. Mânâ-yı harfî bakışı, kâinata Allah namına bakmaktır. Böyle bir bakışta her varlık Allah’ı tanıtan, O’nun isim ve sıfatlarına delalet eden bir harf hükmünde olur. Mânâ-yı ismî bakışı ise, kâinata bizzat kâinat namına bakmaktır. Böyle bir bakışta, varlıkların Allah’a delaleti gizlenir, sadece o varlıkların kendileri görülür. Pencereye bakmakla pencereden bakmak elbette bir değildir. İşte, mânâ-yı ismî pencereye bakmak, mânâ-yı harfî ise pencereden seyretmektir.
https://www.youtube.com/watch?v=1QMTW9tuck8
26/9/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Acz ve Fakr kavramları [Risale-i Nur - 002 | 1. Söz - 02]
- İnsanın ihtiyaç alanı çok geniştir. Mahlûkata ihtiyaç noktasından bağlı olan insan için ya en şerefli ya da en zelil bir mahlûk olma durumu söz konusudur. En az ihtiyaçlar kadar güçlü olan bir diğer güdü de korkulardır. İhtiyaçlar ve korkular insan mahiyetini tanımlamada çok öne çıkmaktadır.
- Birinci Söz’de insanın korkuları ‘acz’ olarak, ihtiyaçları ise ‘fakr’ olarak tanımlanmıştır. Ve insanın bu iki yarası (acz, fakr) eserlerin anlaşılmasında da anahtarlar hükmündedir.
- Temsili hikayecikler Risale-i Nur’u anlama noktasında çok önemlidir. Tıpkı Kur’an kıssalarında olduğu gibi hakikatleri anlama ufkumuza yaklaştıran dürbünler gibidirler. Tarih boyunca Mesnevi, Kelile ve Dinme gibi pek çok klasik eserde bu usul kullanılagelmiştir.
- Birinci Söz’de kullanılan temsili hikayecikte çöldeki seyahati boyunca hem ihtiyaç içerisinde hem de çeşitli tehlikelerle karşı karşıya olan bir yolcu konu edilmektedir. Bu temsilde çöl dünyaya, yolcu ise dünya gurbetinde seyahat etmekte olan insana işaret eder.
- Temsilde, acz ve fakrının farkında olan mütevazı insan bir kabile reisinin ismini alarak seyahatine emniyet ile devam ederken mağrur insan sürekli endişeler ve mağduriyetler içerisinde ilerlemektedir. Mütevazı insan Allah’ın adıyla hayat yolculuğuna devam etmeye çalışan insan profiline, mağrur insan ise kendi enaniyetine güvenerek bu önemli dayanak ve sığınaktan mahrum kalan insana işaret etmektedir.
- Acz insanı bir dayanma noktası arayışına, fakr ise imdat isteme noktasına sevk etmektedir. Acz Cenab-ı Hakk’ın kudretine, fakr ise O’nun rahmetine yöneltmekte ve böylece insanın yüzünü de aracı hükmündeki sebepler yerine doğruna Müsebbib-ül Esbab’a çevirmektedir. Bu ufka ulaşan insan ihtiyaçlarını sadece Allah’a arz ederken korkularını karşısında da O’na sığınmaktadır.
- Besmele, aczimizin ve fakrımızın bizi nihayetsiz kudrete ve nihayetsiz rahmete raptetmesidir.
https://youtu.be/hBfJ8TlcrcQ
25/9/2019 • 0 minutos, 0 segundos
Bismillah her hayrın başıdır ve bir anahtar hükmündedir [Risale-i Nur - 001 | 1. Söz - 01]
- Besmele-i Şerîf ve Birinci Söz hem Risale-i Nur’un genelinin hem de kainatın hal dilinin anlaşılması adına birer anahtar hükmündedir.
- Bütün Kur’ân-ı Kerim’in Fatiha-ı Şerîf’te cem olduğunu (toplandığını), Fatiha-ı Şerîf’in Besmele de, Besmele’nin ise b harfinde toplandığını görüyoruz; kâinatın ağaçta, ağacın meyvede, meyvenin ise çekirdekte toplanması gibi. Üstad hazretleri de Risale-i Nur’un te’lifinde Kur’ânî bir usül takip ettiğinden Birinci Söz bir bakıma bütün risalelerin özeti, çekirdeği gibidir. Kur’ân-ı Kerim’e Fatiha ‘kapı’sından girildiği gibi Risale-i Nur’a da Besmele-i Şerîf ve Birinci Söz’ün kapısından girilir.
- Kur’ân-ı Kerim’in b harfi ile başlamasından dolayı pek çok önemli eser de Bismillahirrahmanirrahim ile veya b harfi ile başlatılmıştır. Hz. Mevlânâ Mesnevi’yi “Bişnev (Dinle)” diyerek başlatırken Bediüzzaman hazretleri ise “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlamış ve “biz dahi başta ona başlarız” ifadeleri ile b harfi ile bir ses rezonansı da oluşturmuştur.
- Bir dönem, mektup ve yazışmaların başında b harfi ve yanına konulan nokta ile Besmele ifade edilirdi.
- b harfi üzerine tasavvufi anlamlar da yüklenmiştir. Tasavvufta Allah’ın (celle celâluhu) ‘remzi’ olan elif harfi sonsuzluğa da işaret eder. b harfini yatay bir elif harfinin altındaki bir gölge şeklinde düşünmek mümkündür. Bütün bir mevcûdât (varlıklar), adeta o elif harfinin altındaki gölge gibi bir noktadan ibarettir.
- Risale-i Nur hakikatleri tedristen öte tedarüstür; herkes hem öğretici hem talebe hükmündedir. Üstad hazretleri Risale-i Nurların müellifi (yazarı) olmasına rağmen kendisini eserlerin talebesi olarak görmüş ve sık sık “Bil ey nefsim!” diyerek bu hakikate vurgu yapmıştır. Okuyucunun kendi nefsini muhatap kabul etmesi, bu eserlerden istifade adına çok önemli olduğu gibi hakikatlerin kalblerde mâkes bulmasına da vesile olmaktadır.
- Kâinat da tekvîni (yaradılış ile ilişkili) ayetlerden oluşan ve okunmayı bekleyen bir kitaptır. Ayetleri Cenab-ı Hakk’ın Kelam sıfatından gelen Kur’ân-ı Kerim ve ‘kâinat kitabı’ sürekli birbirlerini tefsir ve şerh etmektedir.
- Allah (celle celâluhu) ‘küll’leri (bütünleri) ‘cüz’lerde cem etmekte, toplamaktadır. Tohum, çekirdek, DNA buna birkaç örnektir. Bir çekirdekte ağacın bütün hakikatinin toplanması gibi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de varlık ağacının hem ‘çekirdeği’ hem de ‘meyvesi’ hükmündedir. Aynı husus, Kur’ân-ı Kerim için düşünüldüğünde içerdiği hakikatlerin sure, ayet ve cümlelerde toplandığını hatta harflerde kelimelerin toplandığını görmek mümkündür.
- Üstad hazretlerinin 'dört esas' olarak ifade ettiği kavramlar arasında olan acz ve fakr kavramları da Birinci Söz’de ele alınmıştır.
https://www.youtube.com/watch?v=Mg19LHDdnXo
24/9/2019 • 0 minutos, 0 segundos